top of page
  • Yazarın fotoğrafı: Mustafa Küçük
    Mustafa Küçük
  • 15 Ara 2023
  • 4 dakikada okunur
Gerçek hayat hikâyelerinin izini sürerek romanlarının çatısını kuran; İncir Kuşları, Piruze, Aşk Başka Evde gibi ses getiren romanların yazarı Sinan Akyüz, hayattaki en önemli başarının insan kalabilmek olduğunu belirterek, “Ama öyle zalim insanlardan biri olarak değil, merhamet sahibi insanlardan biri olarak kalabilmek. Galiba bu hayatta yazılması en zor olan hikâyenin adıdır merhamet!” dedi. ‘Ben, Amir / Savaşın Unutulan Çocuğu” Bosna’daki soykırımı anlatan üçlemenin son kitabıyla raflardaki yerini alan Sinan Akyüz, Bodrum Dergi’nin konuğu.

Sinan Akyüz | Yazar
Sinan Akyüz | Yazar

Biraz kendinizden bahseder misiniz, Sinan Akyüz kimdir?

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunuyum. Aynı zamanda eski bir gazeteci ve fotoğrafçıyım. Uzun yıllar çeşitli gazete ve dergilerde çalıştıktan sonra gazetecilik mesleğini bırakıp emekliye ayrıldım.


Peki yazmaya olan ilginiz ne zaman başladı? Sizi yazmaya yönlendiren, esinlendiğiniz isimler oldu mu?

Doğrusu gazetecilik yaptığım dönemde başladı. Yaptığım haberlerden ve yazdığım köşe yazılarından zevk almamaya başlamıştım. Çünkü o günlerde bir şeyi fark ettim. O da şuydu: ‘Yaptığım her haber ve yazdığım her köşe yazısı suyuna tirit yazılardı!’ Yani, bu yazılar ölümsüz değildi. Bugün vardı ama yarın yoktu. Mesleki çıkmaza girdiğim o dönemde baş ucumda duran kitaba birden gözüm takıldı. Kitabın kapağında ‘William Shakespeare, Romeo ve Juliet’ yazıyordu. Galiba o an bir aydınlanma yaşadım ve şunu fark ettim: Aslında Shakespeare’i ölümsüz kılan şey yarattığı bu güçlü karakterlerdi. Romeo ve Juliet. O gün anladım ki Shakespeare ölümsüz biriydi ve bu ölümsüzlüğün kapısını da Romeo ve Juliet’le aralamıştı. Ben o gün bu gerçeği fark eder etmez suyuna tirit yazılar yazmayı bıraktım ve böylece kalıcı eserler üretmeye başladım.


Çoğu sanat dalında olduğu gibi yazarlar için de motivasyon önemli bir nokta. Çalışırken sizi motive eden şeyler nelerdir?

Bu soruya iki kelimeyle cevap verebilirim: Disiplin ve sabır! Bir roman yazarının motivasyonunu bence bu iki şey sağlıyor. Disiplin çünkü roman yazmak maraton koşmaya benzer. Ancak o disiplin içinde zamanı verimli kullanabiliyorsunuz. Sabır çünkü roman yazmak çok sabır gerektiren son derece sıkıcı bir iştir. Bir de şunu belirtmek isterim ki ben bazı yazarların aksine ilhama inanan biri değilim. İlham dediğiniz şey ya şarkı sözü yazarları ya da şairler için geçerli olabilir ancak. Altı yüz sayfa roman yazan bir yazarın herhâlde ilhamdan daha başka şeylere ihtiyacı var.

Ben, Amir / Savaşın Unutulan Çocuğu
Ben, Amir / Savaşın Unutulan Çocuğu

Ben, Amir / Savaşın Unutulan Çocuğu, Bosna’daki soykırımı anlatan üçlemenin son kitabı. Ben, Amir’in hikâyesi okuyucuya ne vadediyor ve sizi bu üçlemeyi yazmaya yönelten şey neydi?

Bosna üçlemesinin ilk kitabı İncir Kuşları, ikincisi de Meyra’ydı. Ve şimdi üçlemenin son kitabı olan Ben, Amir’i okurlarıyla buluşturuyoruz. Böylece Bosna hikâyesi her yönüyle tamamlanmış oluyor. İlk iki kitap Bosna’da yaşanan savaşı gözler önüne seriyordu. Üçlemenin son romanı Ben, Amir ise savaşı değil, aksine savaşın yarattığı ve geride bıraktığı enkazı anlatıyor. Son kitap aslında Bosna Savaşı’nın izlerinin bir insanda nasıl can bulduğu hâli diyebiliriz. Sırplar savaş zamanı o kadar kötülük yaptılar ki kadınlara ve çocuklara… İşte Ben, Amir o kötülüğün can bulmuş hâli. Sorunuzun diğer kısmına gelirsek… Bosna üçlemesini yazdım çünkü birilerinin çıkıp o dönemde yaşanan iğrençlikleri bütün çıplaklığıyla anlatması gerekiyordu. Tabii vicdan ve merhamet sahibi birilerinin.


Yaptığınız araştırmalarda sizi en çok şaşırtan şey ne oldu?

İnsanların nasıl acımasız olabildiklerini görmek beni hem çok şaşırttı hem de çok üzdü. O gün anladım ki meğerse hayvanlar bu insanlardan daha merhametliymiş. Beni şaşırtan diğer bir şey de meğerse savaşların asıl kurbanı kadınlar ve çocuklarmış. Erkekler şanslı çünkü bir kurşunla hayatları son bulabiliyor. Peki ya savaş zamanında tecavüze uğrayan kadınlara ne demeli?


Sinan Akyüz | Yazar
Sinan Akyüz | Yazar

Bilgisayarın başında değilken, zihninizi üzerinde çalıştığınız projeden uzakta tutabiliyor musunuz?

Asla hayır. Nedeni ise yeni bir hikâyeye başladığım zaman tek başıma eve kapanırım ve hikâye bittiğinde o evden dışarı çıkarım. Tabii bu aylar süren bir tren yolculuğu gibi benim için.


Ülkemizde yazar olarak yaşamanın zorlukları nelerdir?

Bu soruya iki şekilde cevap verebilirim. Birincisi, maddi zorluklar! İkincisi de manevi zorluklar! Türkiye’de ne yazık ki yazarların ikinci bir işi olmalı. Hem de gelir getiren iyi bir işi. Kitap yazıp da zengin olan insan sayısı çok azdır ülkemizde. Bu, işin maddi tarafı. Bir de manevi tarafı var. Bence yazarlar ülkemizde hak ettiği değeri görmüyor. Sosyal medya fenomenleri daha kıymetli gibi bu ülkede. Onlara gösterilen ilginin onda biri yazarlara gösterilmiyor.

Sinan Akyüz | Yazar
Sinan Akyüz | Yazar

Diğer yazarlarla arkadaşlık etmenin entelektüel açıdan canlandırıcı bir etkisi olduğu söylenir. Bunun bir yazar için önemli olduğunu düşünüyor musunuz?

Elbette. Bir kere ortaya çok keyifli sohbetler çıkıyor bir araya geldiğimizde. Bir tarih yazarından geçmişi dinlemek, bir şairin ağzından mısraları duymak muhteşem bir duygu. Ayrıca işin şöyle bir güzelliği de var, besleniyor yazar bu sohbetlerde!


Sinan Akyüz’ün bir yanı yazar diğer yanı ise eş, baba, evlat ve kardeş… Bunların hepsine birden nasıl yetişiyorsunuz? Hayatı ıskaladığınızla ilgili zaman zaman kendinizi sorguluyor musunuz?

Bu hayatta ‘keşke’leri az olan bir insanım. Çünkü hayatı olduğu gibi kabullenmiş biriyim. Aslında mükemmel biri olmaya çalıştığınızda ıskalıyorsunuz hayatı ve kendiniz dâhil hiç kimseyi mutlu edemiyorsunuz. Ben mutlu eden değil, mutlu olmaya çalışan biriyim. Böyle olunca da etrafınızdaki herkes mutlu oluyor. Çünkü sizin yüzünüz gülüyor.


Bir evcil hayvanınız var mı? Varsa onunla ilişkiniz nasıl?

Geçen yıla kadar evimizde ‘guinea pig’lerimiz vardı. Ve bütün ev halkı onlarla duygusal bir bağ kurmuştu. Sonra tek tek ölmeye başladılar. O süreç hepimizi çok etkiledi ve üzdü. İnanın günlerce ağladığımızı biliyorum. Sonra evde hayvan beslememeye karar verdik. Çünkü başlarına bir şey geldiğinde insan üzüntüden perişan oluyor. En çok da çocuklar.

Yazmak dışında zamanınızı nasıl geçirmeyi seviyorsunuz?

Yazmak mesleğim, okumak ve gezmek hobim. Bol bol okurum, gezerim. Ayrıca müzikle uğraşıyorum. On yıldır klarnet eğitimi alıyorum ve deyim yerindeyse artık öttürüyorum.


Hayat felsefeniz nedir? Hayatla eğlenen bir yapınız mı var yoksa ciddiye mi alırsınız?

Gençken ciddiye alıyordum ama şimdi eğleniyorum. Çünkü uzun bir süre önce şöyle bir gerçeğin farkına vardım: Artık hiçbir arkadaşıma ‘Allah sana bol kazanç versin’ demediğimi fark ettim. Peki bunun yerine ne mi diyorum? Şunu: ‘Allah sana sağlık versin!’ Şimdilerde böyle dememim nedeni de çevremdeki dostlarımın hastalık ve ölüm haberlerini alıyor olmamdan kaynaklanıyor. Yaş elliyi geçince hayat felsefem şöyle şekillendi: Az ye, çok gez, sağlıklı yaşamaya bak!


Küresel ısınmayla birlikte doğa, doğal hayat ve dolayısıyla dünyanın geleceği oldukça risk altında. Sizin bu konuyla ilgili düşünceleriniz neler?

Bu hayatta bildiğim bir şey var ki insanoğlu zalim ve yıkıcı! Doğa da işte insanoğlunun bu zalimliğini kaldıramıyor artık. Bunca yıl bu zalimliğe göğüs gerdi ama o da ‘yeter artık, ne hâliniz varsa görün,’ dedi. Ama insanoğlu bu… Doğaya karşı gözleri kör, kulakları sağır! Hâlâ görmezden ve duymazdan geliyor. Bakalım bu durum nereye kadar sürecek böyle?


Sizin için hayattaki en önemli başarı nedir?

İnsan kalabilmek! Ama öyle zalim insanlardan biri olarak değil, merhamet sahibi insanlardan biri olarak kalabilmek. Galiba bu hayatta yazılması en zor olan hikâyenin adıdır merhamet!


  • Yazarın fotoğrafı: BODRUMDergi
    BODRUMDergi
  • 23 May 2023
  • 2 dakikada okunur
Book Culture Art Times dergisi tarafından bu yıl üçüncüsü düzenlenen Altın Kalem Ödülleri'nde Yazar Seda Küçük, Roman Dalında "Altın Yazar" ödülüne layık görüldü.


"Edebiyat ve bilim dünyasının keşfedilmemiş madenlerini ortaya çıkarma" mottosuyla, 20 Mayıs Cumartesi günü Mihrabat Korusu'nda gerçekleştirilen Altın Kalem Ödülleri, bu yıl "Altın Yazar" ve "Altın Kitap" kategorilerinde sahipleriyle buluştu. Ödül töreninde; roman, şiir, deneme, gezi, çocuk, sağlık gibi birçok kitap türünde yazarlara ödülleri takdim edildi.



Yazar Seda Küçük | Roman dalında "Altın Yazar" ödülüne layık görüldü.


Serra Erdoğan: Edebiyat Dünyasının Işıkları Sönmesin Diye Buradayız


Serra Erdoğan | Altın Kalem Ödülleri Organizasyon Komitesi Başkanı

Törenin açılışında konuşan Altın Kalem Ödülleri Organizasyon Komitesi Başkanı Serra Erdoğan, "Altın Kalem" ödüllerinden sonra "Altın Yazar" ve "Altın Kitap" ödülleriyle yeni bir adım daha attıklarını belirterek şöyle dedi: "Bugün, bu güzel dünyanın yaşam sunumunda gelişen ve geliştirilen hayatı, geçmişten günümüze inceleyen, insani her duygunun, yaşanmışlığın, hayalin, gerçeğin, kurgunun mukayesesini yapan çok kıymetli yazarlarımız ve onların sonsuzluğu tattıran kelimelerinin altı çizilecek ve önemi gündemlenecek. Çünkü edebiyat, hayatın ta kendisidir ve dünya üzerinde yaşayan milyar insanın duygusuna hitap eder. Edebiyat; gözlemler, hisseder, kurgular, örnekler sunar fakat asla yargılamaz. Sadece gerçekleri anlatır ve ardından tüm kelimelerini başka gözlere sunar ki insanlık için gereken doğru yorumlara ulaşılabilsin. Örneğin; merhameti hatırlatır zalimin zulmü karşısında, sevmeyi yüceltir nefretin uçurumunda, savaşı anlatır tüm kıyımıyla insanlığın yüz karası olarak, barışı anlatır cennet gibi bir dünyaya kavuşmak için. Bu yüzden kelimelerin büyüsüyle gözyaşından bereketli yağmurlar, nefretlerden aşklar yaratan, geçmişten geleceğe dil, din, ırk fark gözetmeden mağdurlara merhamet sunan beyin, kalp bağlantısının mükemmelliğinde doğruluğa ulaşan altın yazarlaramıza, altın kapılar açmak en büyük dileğimizdir. Biz ise edebiyat dünyasının ışıkları sönmesin diye buradayız."


Seda Küçük: Ödüller Her Meslek Grubu İçin Motivasyon Kaynağıdır


Yazar Seda Küçük | Yabancı Ses Prodüksiyon Ajans Başkanı

Daha önce "Siyah Gelinlik" romanıyla "Dram Roman" dalında, "Düş Yakamdan" romanıyla da "Romantik Komedi" dalında Altın Kalem Ödülü alan Yabancı Ses Prodüksiyon Ajans Başkanı, Yazar Seda Küçük törende yaptığı konuşmada bu tür organizasyonların çok değerli olduğunu belirterek, "Ödüller her meslek grubu için motivasyon kaynağıdır. Yazarlık, yalnızlıkla icra edilen bir meslek gibi görünse de bu yolculukta size bir çok katkı veren insan oluyor. Bu yolculuğumda el veren, yol gösteren, ışık tutan tüm dostlara teşekkür ediyorum. Altın Kalem Ödülleri de bu anlamda çok önemli bir boşluğu dolduruyor" dedi.



Önemli İsimler Ödül Aldı


Edebiyat ve sanat dünyasından önemli isimlerin buluştuğu Altın Kalem Ödülleri’nde; Yazar Seda Küçük'ün yanısıra Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Prof. Dr. Mehmet Sungur, Prof. Dr. İhsan Karaman, Barış Muslu, Metin Hara, Sinan Akyüz, İsmail Karakaş, Engin Uzun, Marcus Graf ve Rıdvan Bıyık gibi isimler de ödül aldı.


Reflections Of The Books Sergisi

Reflections Of The Books Sergisi


Yılın en büyük edebiyat buluşması olan Altın Kalem Ödülleri’nde “Reflections Of The Books” başlığı altında düzenlenen ve Altın Kitap kategorisinde ödül alan kitaplardan esinlenilerek fütüristtik tarzda resmedilen sanatsal çalışmaların yer aldığı sergi, törene katılanların yoğun ilgisini çekti.




  • Yazarın fotoğrafı: Mustafa Küçük
    Mustafa Küçük
  • 4 Kas 2022
  • 8 dakikada okunur
Hayatını, kültür ve sanatla dop dolu yaşayan yazar, ressam ve daha pek çok titri bünyesinde barındıran Serra Erdoğan, 1981 yılında İstanbul’da doğdu. İlköğretim ve lise eğitimlerini İstanbul’da bitirdi. Newport Amerikan Üniversitesi’nde Bilgisayar Mühendisliği ve Master of Business Administration eğitimlerini başarıyla tamamladı. Sanatla yolculuğu lisedeyken roman ve şiir okuyarak başladı. Bu arada renklere olan tutkusu canlandı ve resim çizmeye de yöneldi. Roman, anı, deneme, araştırma ve şiir türlerinde yayımlanmış 18 kitabı bulunuyor. Dünyada hiç yapılmamış bir teknikle; kadife süet deri kumaş üzerine özel kalemlerle resim yapıyor. Tekniğine ise “FuturistSS” diyor. Serra Erdoğan, bu sayımızda Bodrum Dergi’nin konuğu oldu ve sorularımızı yanıtladı.



“Sanat; toplum için değildir, ayna değildir, hüzün için değildir, aşk için değildir, birisi için değildir, gerçekler için değildir. Sanat; sanat için bile değildir. Sanat hiçbir şey içindir, her şeydir. Bu sebeptendir ki 20. yüzyılın son çeyreğinde “sanat” sözcüğünün önemli sözlüklerdeki yarım sayfalık tanımı yerini bir kaç kelimelik o tanıma bırakmıştır: “An act of expression.” Dolayısıyla sanat, her şeyin ifade edilişidir. Bir “için” ihtiyacı içerisinde değildir.”


Bize kendinizden bahseder misiniz, Serra Erdoğan kimdir?

1981 yılında İstanbul’da doğdum. Aslen Malatyalıyım. İlköğretim ve lise eğitimlerimi İstanbul’da bitirdim. Amerikan Üniversitesi’nde Bilgisayar Mühendisliği ve Master of Bussiness Administration eğitimlerini başarılı bir şekilde tamamladım. Yayımlanmış 18 kitabım olup, roman, anı, deneme, araştırma ve şiir türlerinde yazıyorum… Dünyada hiç yapılmamış bir teknikle, kadife süet deri kumaş üzerine özel kalemlerle resim yapıyorum. Tekniğimin adı FuturistSS. Kendi kendime çok fazla sohbete dalan biriyimdir. Durduk yere, saçma sapan şeyleri merak eder, Google’a yazıp öğrenmek yerine çözüme ulaşana kadar girebileceğim yolları, gidebileceğim yerleri keşfetmek hoşuma gider. Buna laf lafı açar da diyebiliriz. İşte bazı insanlar vardır ki onları, hiç düşünmeden kafanızda dönen bu sohbete davet edebilirsiniz. Cevaba bakmanın yasak olmadığı bir bilgi yarışmasında gidiş yoluna puan verileceğinin söylenmesi gibidir olayın geri kalanı. Düşünme şekillerinizi öğrenir, bazen aynı yola girer bazen farklı kapılar açarsınız. Paylaşmanın en verimli biçimlerindendir herhangi bir konu hakkında rahatça sohbet edebilmek. Sorduğunuz sorulara cevap ararken başkasının soruları ile köşelere sıkışmaya izin vermektir. Bilgi paylaştıkça güzeldir. Ona ulaşana kadar geçtiğiniz yolu biri ile paylaşmak ise bunun iki katına tekabül eder."


Resme ve sanata olan ilginiz ne zaman başladı?

Sanatla yolculuğum lisedeyken roman ve şiir okuyarak başladı. Bugüne kadar şiir, deneme, araştırma ve roman türlerinde 18 kitabım yayımlandı. Bu arada renklere olan tutkum canlandı ve resim çizmeye de başladım. Aslında ben Bilgisayar Mühendisiyim. Yazarken hayal ettiklerinizi kelimelerin büyüsüne, resim yaparken ise renklerin büyüsüne bırakıyorsunuz… Sanırım bu büyü bittiğinde sanatla olan yolculuğumda tamamlanmış olacak.


Kadife ve Süet üzerine eserler yaptığınızdan bahsetmiştiniz. Bu tekniği nasıl ürettiniz ve geliştirdiniz, detaylı bahsedebilir misiniz?

Işığı resmin üzerinde hatta içinde tutabilmenin yegâne yolu kadife ve süet gibi maddeleri tual olarak kullanmak. Sanırım daha fazla detay yok çünkü ben malzemeden daha çok resimle uğraşıyorum, hatta resimden daha çok teorisiyle uğraşıyorum.


“Şu hayatta, her türlü kabalığı yapanların ‘özünde çok iyi biri’ diye savunulmasına gelemiyorum. Sanki atom partikülü ve psişik güçler araştırmacısıyız. Öz nedir ki mesele olsun? İnsan, eylemleridir ve eylemlerine sahip çıkamayan hiçbir bilinç farklı bir değerleme kriterinde olamaz...”



Düşüncelerinizi en iyi ifade ettiğiniz eseriniz hangisi?

Çok klasik cevaplar vermek istemiyorum. Tabii bütün eserlerim benim düşüncelerimi ifade ettiğim çalışmalar oldu. Sırtımda küfe yok, bir kitap yazmaya kalktığımda düşüncelerimi sınırlayan veya biçimleyen benim dışımda biri yok. O yüzden kendimi rahatlıkla ifade edebildiğimi düşünüyorum. Ama romanlarımın yakın arkadaş çevreme daha fazla heyecan verdiğini düşünüyorum. Ayasofya’nın Sırrı adlı çocuk romanım… Telegram Cinayetleri, Sırlı Gök ve Terken, bence başarılı romanlardır. Konuları orijinaldir.


Belli bir yazma rutininiz var mı?

Şöyle diyeyim; belki günlük bir ev ödevi şeklinde yazmam ama bir kitaba başladığım zaman çok yoğun çalışırım. Gecem gündüzüm onunla geçer. Yazmadığım zamanlarda bile onu düşünürüm. Sonra kitap bittiğinde rahatlarım. Hatta bir daha hiç yazmayacakmış gibi yazma işinden uzaklaşırım. Belli bir süre sonra bu uzaklık ortadan kalkar ve yeniden aynı tempo başlar.


Günlük hayat kaleminizi nasıl etkiliyor?

Tabii, etkilemez mi? Biz bütün malzememizi günlük hayattan alıyoruz. Yaşadığımız çağı yazıyoruz. Tarihi bir roman yazsak bile yaşadığımız çağın değerleriyle, bakış açısıyla, üslubuyla yazıyoruz. Her şeyimizi günlük hayattan alırız biz. Gerçi bu soruyla kastettiğiniz anlam, ilk bakışta görünenden daha ince olabilir. O zaman farklı şeyler söylemek gerekir. Günlük hayatı olduğu gibi alıp koyamazsınız sanat eserine ama o, başarılı olduğu kadar günlük hayata yaklaşır. Günlük hayat, hem sanat eserine ister istemez sızan bir şeydir hem de sanat eserinin kendini benzetmeye çalıştığı şeydir. Ama aynı şey değildir. Ne günlük hayat sanat eseridir ne de sanat eseri günlük hayat.



“Roman okumak, yemek yemek gibidir. Bir hafta sonra tadını, sevip sevmediğinizi unutabilirsiniz; 1 ay sonra ne yediğinizi unutabilirsiniz ancak o gün o yemeği yediğiniz için açlığınız gitmiş ve vücudun gereksinimlerini karşılamış ve en azından beslenme açısından bir sonraki güne sağlıklı geçmişsinizdir. Roman da böyledi; 1 ay sonra olayları unutabilirsiniz, hatta 1 yıl sonra o romanın adını bile hatırlayamayabilirsiniz, kahramanların etkisi geçmiş olabilir ancak o roman sizin karakterinize sirayet etmiştir bir yerden. Siz farkında olmasanız dahi size bir şeyler katmıştır mutlaka. Söz gelimi Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi, size Fransız devrimini toplumun değişimini iki büyük şehir üzerinden anlatır. O dönemin ulaşımı, hukuk sistemi, ticareti, gençliği, insanların giyotine giderken yaşadığı psikoloji vs. bu romanda en yalın hâli ile karşınızdadır. Kemal Tahir’den Devlet Ana’yı okursanız Ertuğrul Gazi sonrası Osmangazi’nin devleti kurduğu döneme gidersiniz. Mesela ilk silah ile tanışma hikâyesi vardır çok keyifli. Rus yazarlar size o dönemde Rusya’da olan biten hakkında fikir verir. Cengiz Aytmatov, romanları sizi bambaşka diyarlara götürür. Roman okumak ile öğrendiğiniz kelimeler konuştuğunuz dili zenginleştirir. İnsanları tanıma hususunda size tecrübe kazandırır. Denilir ki Sultan Abdülhamit Han da iyi bir roman okuyucusudur ve olayların arka planı hakkındaki başarısı buna dayanır. Hülasa; roman okumak hayatı okumaktır.”

Ufukta yeni bir kitap var mı?

Ufukta yeni kitaplar ve yeni sergiler var. “Sen Ne Değilsin” isimli bir roman yazıyorum. Kasım ayı içerisinde de “Adalet” isimli bir sergiye hazırlık yapıyorum.


Tablolarınızı yaparken nelerden esinleniyorsunuz?

Tabii ki toplumun ve insanlığın temel, özellikle de kronikleşmiş problemlerine gerçekçi çözüm üretebilme dürtüsü. Mesela; antropoloji, tarih, sosyoloji bunlar bir şekilde bilgisini özümsediğim ve çözümler üretmek istediğim ilham kaynaklarım diyebilirim… Mesela önümüzdeki kasım ayında “Adalet” temalı bir sergiye hazırlanıyorum. Burada Hz. Süleyman’ın tarihi, hatta mistik rolünden tutun da Hz. Yusuf’un rüyalarına kadar birçok şey ilham kaynağım olabiliyor. Dostoyevski’yi düşünün “Suç ve Ceza” romanında bir insanın kafasına balta saplayarak bize öldürmeyi öğretiyor. Ve bu eser dünya klasikleri arasında yani 193 ülkede çocuklar 15 yaşında bu bilgiyi öğreniyorlar. Zaten bunun gibi bilgi toplulukları dünyadaki adalet mekanizmasının bozulma sebepleri. Ben bu sergi de Suç ve Ceza’nın resmini yaparken böyle bir ilhamla buluştum mesela…


Dostoyevski’nin eserinde her ne kadar suçun ne olduğunu ve nedenini sorgulamamız gibi birçok sorgulamalara yarayan diyaloglar yer alsa da eser, suçluluk ve suç psikolojisi çözümlemelerini yüklüce işlemiş olacak ki kitabın içine daldığımızda kendimizi tanrıtanımaz Raskolnikov’un nöbetlerini yaşarken, suçunu içselleştirmeye çalışırken buluveriyoruz. Bu büyüleyici eserden bir diyaloğa, Raskolnikov’a yöneltilen suçlu sıfatı üzerine onun hızlı bir sorgulamasına yer vermek istiyorum: “Suç mu? Diye bağırdı Raskolnikov; bir anda öfkeden deliye dönmüştü. Ne suçu? Öldürenin kırk günahından arınacağı aşağılık bir tefeciyi, hiç kimseye hiçbir yararı olmayan, yoksulların kanını emen zararlı bir biti öldürmek mi suç!” Aslında kitap, suç nedir ceza nedir ve suçlıuluk bilinci var mıdırı anlatmaktadır. Bazı toplumlarda suçtan daha önemlisi utanç duygusudur. Suç, ‘kimse görmemişse suç değildir’ bizim toplumumuza göre. Ancak Raskolnikov karakterinde de görüldüğü gibi suç aslında insanın içindedir. Suçu insana vicdanı vermelidir. Raskolnikov kendine ceza verir ve kurtuluşu arar. En büyük yargıç vicdanımızdır.


Sanat felsefenizi ne oluşturur?

Sanat felsefemi oluşturan, deney ve düşüncelerim; eğer sanatçıysam, yaptığım ve yapacağım şeyler sanat eseri olacaksa “yeni özelliklerin olması, tekrar ve taklit olmaması, bir bütün teşkil etmesi, geleceği müjdelemesi, mutlaka işlevinin olması, toplumu aydınlatması” gibi özellikleri taşıması gerekmektedir. Bence resim, sanatçının avucundaki suya benzer, onu nereye savurur ya da hangi kaba dökerse ona göre biçimlenir. Yaptıklarımla bir kabın içine girip onun şeklini almayı düşünmem. Tuvalin karşısına geçtiğimde önceden ne yapacağımı ve nasıl sonuçlandıracağımı düşünmek istemem, o duyguya kapıldığımda özgür olmadığımı ve yapacağım çalışmanın sonunda özgün bir şeyin çıkmayacağı endişesine kapılırım.

Çalışmalarımda, hiçbir yere bağlı kalmadan bulunduğu mekânın dışına çıkma ve özgür olma mücadelesi veririm. Ayrıca eserlerime uzaktan bakıldığında algılanan görsel bütünlüğün, yakından incelendiğinde detaylarda farklı anlamlar içermesi, çalışmalarımın diğer bir özgünlüğüdür. Eserlerimin hepsinin bir hikâyesi vardır.


“Sanatı sanat yapan şey yalnız sanatkârın yansıttığı değil, izleyicinin algısında yeni bir anlamla karikatürize edebilmesidir. Kendisini en derin anlamlarda, bitmek bilmeyen duygu ve kurguya açık olarak kişiselleştirebilen öznelliğin gücü de işte burada gizlidir.”

Tablolarınızda size has figürler var mı? Varsa bize biraz bu figürlerden bahseder misiniz?

Çalışmalarımda genellikle öyküler anlatmaktayım. Ancak bunlar genelde hiç yazılmamış hikâyelerin çevresinde gelişmektedir. Dolayısıyla izleyici, öykünün sonunu getirmekte serbesttir. Çalışmalarım betimleyici bir üslupla yalnızca kulağa bir şeyler fısıldayabilmektedir; ne gördüğü, gördüğünü nasıl dile getirebileceği ise yalnızca kendisine bakan gözlerin sorumluluğundadır. Aksi takdirde mağara duvarlarından sanat galerilerinin beyaz boyalı duvarlarına kadar ki sürecinde, kendisinden önce yapılan eşsiz sayısız eserden bir farkı kalamayacak, farklılık denizinde bir farkındalık yaratamayacaktır.

Teknik olarak geçmişin izleri, bugünün olmayan öyküleriyle harmanlanarak var oluşunu tamamlamaktadır. Kimi zaman ise çağımızın güncel sancılarını, güncelliği örtülmüş bir üslupla ortaya çıkaran çalışmalar gerçekleştirmekteyim. Dolayısıyla her bir zihin; esasında geçmişin, ütopyanın ya da gerçeğin kendisini bulabilmektedir.


Bir ekolü takip ediyor musunuz?

Kralların ve kraliçelerin koleksiyonlarını çok özel bulduğum için o koleksiyonlara girebilecek eserler üretmeye çalışıyorum. Bütün kraliyet ailelerini takip etmeye çalışıyorum.


Sanat hakkında neler söylemek istersiniz?

İnsan beyninin ne kadar yaratıcı olduğunun dışa vurumudur sanat. Hayatın çektirdiği azabın yegâne tedavisidir. Ludovico Einaudi’nin bir eserini dinlediğimizde gözlerimizin önüne gelendir. Sistine Şapeli’ndeki fresklerdir, seneler önce Michelangelo’nun ortaya koyduğu eserler ile günümüzü yoğurup bakış açısı oluşturmaktır. Sanat olmadan ruhumuzun dinginliğini sağlayacak başka bir çaremiz de yoktur.




“Sanatsız siyaset, sanatsız direnis, sanatsız devrim olmaz! Müzik, edebiyat, resim, sinema, dans, tiyatro, genel olarak sanatın tüm dalları, kötülüğe ve yeryüzünün yaşama sevincini kıranlara karşı verilen mücadele ve direnişin en önemli destekçisidir. Bir gitar, yeri geldi mi binlerce faşisti vurur. Bir tiyatro oyunu, bir film, elli kitabın anlatamadığını anlatır. Bir resim tablosu, bir ordunun yenemeyeceği düşmanı yener. Elbette ki sanatı, reel politikanın bir uzantısı olarak kullanmayanlar için. O tür propagandatif, içi boş, şeyler zaten gelip geçicidir... Gerçek sanat ve sanatçı da zaten vitrinde duran, hayata seyirci kalan insanlardan değil, bizzat hayatın, gündelik yaşamın içinde olan insanlardan çıkar. Bu insanlar belki devasa resim galerilerinde, sinema salonlarında, kitap fuarlarda satışa sunulan pazarlara ulaşamıyor olabilirler. Fakat, ‘halkın’ yüreğinde yer ederek nesilden nesile ulaşmışlardır. Bu bakımdan; dans, resim, müzik, tiyatro lüks değil, bir gerekliliktir. Kolektif üretim yapmak, paylaşmak kadar gerekliliktir... İnsan, makinadan ibaret değildir. Karnını doyurmak kadar ruhunu da doyurmak gerekir. Ruhu doymayan bir insanın arzuları yaratıcılığı ölür. Aslında demeye dilim varmıyor fakat demek zorundayım; sanat, içinde enteresan bir paradoks barındırıyor. Bir ressam, bir trajediyi tuvale resmedebiliyor. Bir heykeltıraş, bir trajediyi taşa yontabiliyor. Bir müzisyen, bir trajediyi hava zerrecikleri arasındaki iletişimden yola çıkarak, notalar aracılığıyla sese dönüştürebiliyor. Evet, düşündürücü. Trajediyi sanat aracılığıyla sindirirken güzel diye ifade edebiliyoruz. Oysa ki trajedi çıplakken ne acı. Lâkin sanatın elinde güzelleşiyor. Bir estetiğe bürünüyor. İyi bir hayatın nasıl sürdürülmesi gerektiğine dair bir el kitabı yayımlansa ilk ve en önemli bölümün sanata ilişkin aforizmalar olacağını düşünüyorum. İçinde sanat olmayan, özenilesi diye addedilen yaşamlara sahip olursak bir zaman sonra o yaşamda bir tutukluk ya da yerine oturmamış parçalar olduğunu fark etmemiz kaçınılmaz olacaktır. Sanat ve insan birbirinden ayrı düşünülemez. İnsanlığın yol kat etmesi gerektiği zamanlarda sanat her zaman ön plana çıkmıştır. Dönemin değerlerine, sahip olduğu tabularına, gerici birtakım düşüncelerine ve özgür olabilmek için tutsaklığa başkaldırıyı ifade eden yani elimizdeki en büyük güç olan sanatı dinamik tutan kendisinde bulunan devrim ateşidir. Bu ateş yandığı sürece insanlık için her zaman umut olacaktır."

Sevdiğiniz bir oyun var mı, neden?

Tavlayı çok severim ve fırsat buldukça da oynarım. Tavla tam bir yakın ve orta doğu oyunudur. Bu sebeple din tesiri altında olmaması asla beklenemez. Oyun tahtası hayatı simgeler; günler, aylar, mevsimler hepsi tahtada vardır ve siz o hayatın içinde kaderinizi yönlendirmeye çalışırsınız. Ne kadar iyi seviyede oyuncu olsanız da her zaman olayları sizin dışınızda etkileyen, kontrol eden bir güç vardır, zar!


Tavla oynayanlar bilirler ki zara küfredilmez, kötü zar gelince sövmek, sinirlenmek, hayatta kadere sövmek ile denk düşer. Zarın hayattaki karşılığına sen kader dersin, ben tanrı derim, bir başkası enerji der ve tavlada her seferinde karşıdaki rakiple değil zarla mücadele edersin.

Tavlada hile de yapılamaz. Hile yapılacak, karşıdakini tuzağa düşürecek gizli bir hamle yoktur, planlayamazsınız. Bazen sırf rakibin oyun sahasına girmek için açıkta pul bırakabilirsiniz ancak her şey ortadadır ve rakip isterse pulunuzu vurmadan geçebilir, eğer olur da zar gelir ve rakibiniz vurmak zorunda kalırsa, işte o da, onun kaderidir... Ne kadar oynarsam oynayayım asla bıkmayacağım, bir arkadaşımla oynamaya başladıktan sonra bir ara kafamızı kaldırıp saate baktığımızda 12 saattir oynadığımızı fark etmeyecek kadar kendimizden geçtiğimiz, gelmiş geçmiş en iyi oyundur tavla.

Bodrum Dergi Web Sitesi © Yabancı Ses Prodüksiyon tarafından hazırlanmıştır.

bottom of page