top of page
  • Yazarın fotoğrafı: Seda Küçük
    Seda Küçük
  • 5 saat önce
  • 2 dakikada okunur
Bahar Bodrum’a erken gelir... Toprak hafifçe uyanır, begonviller yavaştan göz kırpar, deniz ise hâlâ uykuludur… Ama güneş, her sabah biraz daha cesur doğar. Bu yıl da öyle oldu. Güneş, umutla yüreğimizi ısıtırken İstanbul’un derinlerinde sessizce biriken bir gerilimle karşı karşıyayız. Beklenen o büyük deprem… Her yeni gün, ona biraz daha yaklaştığımızı bilmek, içimizi burksa da göz ardı edemeyeceğimiz bir gerçek.


Deprem; yalnızca yerin altındaki fayların değil, zihnimizdeki “bize bir şey olmaz” duvarlarının da kırılması demek. İstanbul gibi kadim bir şehrin sokaklarında yürürken geçmişin mirasıyla bugünün ihmalleri iç içe geçiyor. Her taşın altında bir hikâye, her binada bir hayat saklı… Ama ne yazık ki pek çoğumuz, depremin sadece birkaç saniyede bu hikâyeleri paramparça edebileceğini unutuyoruz. Oysa afetler unutmuyor. Hatırlamak, hazırlanmak ve önlem almak zorundayız.


Binalarımız ne kadar sağlam? Mahallelerimiz ne kadar bilinçli? Ailemizle bir afet anında nasıl buluşacağımızı konuştuk mu hiç? Belki de artık sadece “duvarların dışını” değil, içini de sağlamlaştırmamız gerekiyor. Çünkü gerçek hazırlık, bilgiyle, dayanışmayla, hatırlamakla başlar. Ve belki de en önemlisi, korkularla yüzleşerek…


Bu topraklar güzel olduğu kadar kırılgan da. Ve biz, ne kadar teknolojik çağda yaşasak da hâlâ doğaya karşı hazırlıklı olmayı tam anlamıyla başaramadık. Olası İstanbul depremi sadece bir jeoloji meselesi değil; şehir planlamasından toplumsal farkındalığa, eğitimden kent estetiğine kadar uzanan çok katmanlı bir konu. Bu sayımızda bu kırılganlığı hatırlatmak, unutmamak ve unutturmamak istedik. Çünkü bilmek, değişimin ilk adımıdır.


Ama elbette bu bahar sayısında sadece kaygılar değil, hayatın neşesi de var. Çünkü yaşam, her zaman dengede. Bir yanda Moskova sokaklarında esen bahar rüzgârı, diğer yanda dijital dünyanın aile bağlarını nasıl şekillendirdiğine dair düşündüren bir yazı… Braveheart’ın puslu İskoçya’sında kalbimize dokunan notalar, altın zincirlerde sofistike detayların zarif ihtişamı ve tatlı severleri mest edecek yeni trend: Bihter tatlısı…


Gelecek dediğimiz şey bazen bir tabakta, bazen bir ritimde, bazen de bir otomobilin sessizliğinde gizlidir. Elektrikli araçlarla birlikte fosil tüketiminin yüzde 40 azalması umut verici değil mi? Belki de bu dönüşüm sadece çevre için değil, hayatlarımızı sadeleştirmek için de bir fırsattır.


Bu sayımızda doğaya, geleceğe ve hayatın kendisine dair çok sesli bir senfoni bulacaksınız. Baharın yeni başlangıçlarını selamlarken İstanbul’a ve tüm sevdiklerimize içten bir duayla…

  • Yazarın fotoğrafı: Seda Küçük
    Seda Küçük
  • 6 Mar
  • 3 dakikada okunur
Her kitap, yeni bir yolculuktur. İster okuyun ister dinleyin, o an nerede olduğunuzun bir önemi yoktur. Kitap, sizi astral bir yolculuğa çıkarır; bazen kendi iç dünyanızda derinleşirken bazen de başkalarının hayatlarına savrulursunuz. Okurken mekânları ve karakterleri zihninizde canlandırır, onların hikâyesine kapılırsınız. Bazen bir öğretinin içinde kendinizi test eder, bazen de hayatın anlamını yeniden keşfedersiniz. Okudukça hayata yeni anlamlar yükler, yenilenmeye duyduğunuz ihtiyacı fark edersiniz...

Unutma Dersleri

Nermin Yıldırım

“Bir yanlışı, sırf güzel olduğu için sevebilir insan.” Aşk acısıyla boğuşan Feribe, canını yakan hatıralardan kurtulmak için soluğu Mazi İmha Merkezi’nde alır. Ne var ki burada verilen unutma derslerinde unutmanın temel şartlarından birinin hatırlamak olduğunu öğrenince tadı kaçan kahramanımız, bir de aklının köşesinden bile geçmeyecek yepyeni sorunların devreye girmesiyle büsbütün çıkmaza sürüklenir. Kişisel ve toplumsal bellek ekseninde yazdığı romanlarla tanıdığımız Nermin Yıldırım, Unutma Dersleri’nde okuru geçmişin oyunbaz gölgeleri arasında dolaştırırken, bir yandan da hayat karşısındaki çaresizliğimizi muzip bir dille gözler önüne seriyor. İnsan kandırılmaz, kanmak istediği için kanar. Öyle ya da böyle yoldan çıktığıma göre, demek ben de kendimi kaybetmeye teşne, bulmamam gereken yerde aramaya meyyaldim. İşte bu yüzden diyorum ya, başıma gelen her şeyi hak ettim.



Gece Açan Çiçekler

Tarık Tufan

“Hapsoldukları yerde gözlerini kapıya dikmiş son bir umutla birilerinin gelmesini bekliyorlardı. Istırap yüklü ruhlarının tek kurtuluşu buydu. Hayatlarının o en uzun gecesinde hikâyelerini anlatmayı seçtiler. Çünkü insan ölünce bedeni çürür, geriye yalnız hikâyesi kalır ve bütün hikâyeler gece anlatılır.” İstanbul’un Vefa semtinde ayakta kalan son ahşap konaklardan biri; Canfeda Konağı, namı diğer Uğursuz Konak. Konağa hapsolmuş genç bir kadın; Halide. Yıllardır konaktan uzakta hayatlar süren kardeşleri; Cihangir, Zeliha ve Nihal. Annelerinin ölümünün ardından, konağın satışı için son kez bir araya gelen kardeşlerin talihsiz alınyazılarının gizemini çözecek sadece bir geceleri var. Geçmişle yüzleşirken, konağın senelerdir kilitli tutulan odasının kapısı aralanınca, ailenin günahları ve suçlarıyla konağın sakladığı sırlar ortaya dökülür. Osmanlı’dan günümüze akan dokunaklı bir aile hikâyesi.



Hiç

Markus Zusak

“19 yaşındayım, taksi şoförüyüm. Sadece bu işe yarıyorum, bir de arkadaşlarımla kâğıt oynamaya. Başka hiçbir uğraşım, isteğim, hedefim yok. Bir ev arkadaşım var, adı Kapıcı. Kendisi aynı zamanda köpeğim olur ve karşılıklı kahve içmekten büyük keyif alırız. Kısacası sıradanlığın mihenk taşıyım ve bundan şikâyetçi değilim. Ama bir gün posta kutumda bulduğum iskambil kartının, çerçevedeki bu resmi değiştireceğini nereden bilebilirdim ki? “Hiç” oluşum, kimliği belirsiz birini rahatsız etmişe benziyor ve belli ki benimle oyun oynamak istiyor. Neden sorusunun cevabı aslında çok basit: umursamak için. Peki o hâlde, oyuna hazırım!”





Casuslar Sahili

Tess Gerritsen

“19 yaşındayım, taksi şoförüyüm. Sadece bu işe yarıyorum, bir de arkadaşlarımla kâğıt oynamaya. Başka hiçbir uğraşım, isteğim, hedefim yok. Bir ev arkadaşım var, adı Kapıcı. Kendisi aynı zamanda köpeğim olur ve karşılıklı kahve içmekten büyük keyif alırız. Kısacası sıradanlığın mihenk taşıyım ve bundan şikâyetçi değilim. Ama bir gün posta kutumda bulduğum iskambil kartının, çerçevedeki bu resmi değiştireceğini nereden bilebilirdim ki? “Hiç” oluşum, kimliği belirsiz birini rahatsız etmişe benziyor ve belli ki benimle oyun oynamak istiyor. Neden sorusunun cevabı aslında çok basit: umursamak için. Peki o hâlde, oyuna hazırım!”





İkiyüzlü Öyküler

O. Henry

Hayatı boyunca Amerika’nın farklı bölgelerinde bulunan O. Henry, yaşadığı yerlerde karşılaştığı sıradan insanların hikâyelerini anlatıyor bize. Öykülerindeki karakterler çoğunlukla hayata yeni atılan gençlerden, evsizlerden, suçlulardan, yeniyetme sanatçılardan ve âşıklardan oluşuyor. Bu karakterlerin başlarına gelen olaylar neredeyse her zaman beklenmedik bir şekilde sonlanıyor. Bazı öykülerinde yoksulluğu, ölümü, aşkı dramatik bir tonla ele alan yazar, zaman zaman yalnızca güldürüyor. Ancak tüm öykülerinin ortak özelliği, yazarın her şeye yansıtmayı başardığı ironik tutumu ve insanlara karşı olan eleştirel hatta alaycı bakışı. İkiyüzlü Öyküler, şaşırtıcı bir yazarın ustalık dolu kısa öykülerini bir araya getiriyor.



Yitik Adanın Öyküsü

Jose Saramago

İber Yarımadası anlaşılmaz bir şekilde anakaradan ayrılmıştır. Dünyanın her yerindeki gazeteler Yarımada’nın o tarihi fotoğrafını kocaman manşetlerle yayınlarken birbirinden ilginç rastlantılarla bir araya gelen beş kişinin her biri de bu kopuşun kendi davranışlarının sonucu olduğunu düşünmektedir. İki atla bir köpeği de yanlarına alarak koyuldukları serüvende, bir karaağaç dalı ile toprağa şekiller çizen Joana Carda, yerin sarsıldığını duyan Pedro Orce, sürekli sığırcıklar tarafından takip edilen José Anaiço, çok ağır bir taşı denize attığının nasıl görüldüğüne bir türlü akıl erdiremeyen Joaquim Sassa ve tavan arasında bulduğu bir çorapla uğraşıp duran Maria Guavaira, bizi hayali bir dünyaya doğru yola çıkartırken bir yandan da yaşamla ilgili pek çok gerçekle yüzleştiriyor.

  • Yazarın fotoğrafı: Seda Küçük
    Seda Küçük
  • 3 Mar
  • 4 dakikada okunur
Bu sayıda; 21 yılı aşkın tecrübesiyle iletişim sektöründe iz bırakan Dilek Özcan ve onun can dostu Marcus var. Ulusal ve uluslararası markalar için medya iletişim stratejileri oluşturan, 360 derece PR kampanyalarını yöneten ve kriz iletişiminden sosyal sorumluluk projelerine kadar geniş bir yelpazede uzmanlaşmış olan Dilek Özcan; artık ayrılmaz bir parçası hâline gelen Terrier Havanese cinsi 3.5 yaşındaki oğlu Marcus’la olan hikâyesini BODRUMDergi’ye anlattı.


Pandemiyle birlikte hayatını değiştirme kararı alıp Bodrum’a taşınan Dilek Özcan, küçük bahçeli bir eve taşınmış ve yıllardır isteyip şartlar nedeniyle bir türlü sahip olmadığı can dostuna, Marcus adını verdiği tatlı bir Terrier Havanese ile kavuşmuş.  “Birlikte yaşamaya başladığımız ilk günden beri Marcus, hayatıma mutluluk ve anlam kattı. Evcil hayvan sahiplenmek sorumluluk isteyen bir yolculuk, ancak her anına değiyor,” diyen Özcan, hayvan sahiplenmenin önemine ve sevginin dönüştürücü gücüne dikkat çekiyor.




Sahiplenme hikâyeniz nedir?

Uzun zamandır bir köpeğim olmasını istiyordum ama iş temposu ve seyahatlerim nedeniyle hep erteledim. Pandemi süreci, birçok insan gibi benim de hayatımı değiştirdi. Bodrum’a taşındım ve küçük bahçeli bir evim oldu. Artık şartlar uygundu ama bir köpeği sahiplenmek kolay bir karar değil. Bir gün bir arkadaşım, tanıdığı birinin yavru bir köpeği sahiplendirmek istediğini söyledi. Hemen “Neden olmasın?” dedim. Ancak köpeği verecek kişi şehir dışına çıkınca süreç uzadı, birkaç ay ses çıkmadı. Derken yine aynı köpek için aynı teklif geldi. Bu kez uzun bir seyahatim vardı, dönüşte alabileceğimi söyledim. Döner dönmez onun için ihtiyaçları hazırladım ve ertesi gün onu almaya gittim. İyi ki o gün bu kararı vermişim. Hayatın bana verdiği en büyük güzelliklerinden biri.



İlk karşılaşmanızda ne hissettiniz?

Biz, birbirimizi çok bekledik ve birbirimizden hiç vazgeçmedik. Heyecanlıydım, çünkü hem onun hem benim hayatıma yeni bir yol arkadaşı katılıyordu. İlk gördüğümde içim eridi. Çok tatlıydı, oyuncuydu, hemen kaynaştık. Daha ilk anda sanki uzun zamandır tanışıyormuşuz gibi hissettim. Ona bakıp “Artık hep beraberiz!” dedim.


İsmini nasıl koydunuz, sizin için özel bir anlamı var mı?

Felsefe tarihine ilgi duyduğum bir dönemdeydim. Marcus Aurelius’un yazılarını okuyordum; onun hayata dair vurguladığı “anı dolu dolu yaşamak” düşüncesi beni çok etkiledi. Bu yüzden ismini Marcus koydum. Bazı arkadaşlarım itiraz etse de adına çoktan karar vermiştim.



Cinsi nedir, bu cinsin en belirgin özellikleri nelerdir?

Marcus, terrier cinsi bir köpek ama bu cins kendi içinde de ayrılıyor. Veterinerimiz başta “Maltese” demişti ancak bir gün yolda karşılaştığım bir çift, Marcus’un Havanese olduğunu söyledi. Sahiplendiğim kişiyi arayıp sordum. Babasının Havanese olduğunu öğrendim. Marcus’un cinsi akıllı, tüy dökmeyen ve kokmayan bir tür. Bunu bilmeden sahiplenmiştim ama şanslıymışım! Ayrıca çok oyuncu, uysal ve sevdiklerine çok bağlı.


Nasıl iletişim kuruyorsunuz, isteklerini size nasıl anlatıyor?

Marcus tam bir “şahsına münhasır” karakter. En sevdiği şey masaj yapılması ve kaşınmak. Eğer işlerimle meşgul olup onu ihmal edersem hemen yanıma gelir, göbeğini açar. Günlük oyunlarımız arasında bir şey fırlatıp onun yakalaması var. Unutsam bile, oyuncağını ya da topunu alıp yanıma gelir. Evde yalnız bıraktığımda beni oyuncağıyla karşılar; bu da “Evde tek bırakmanın bedeli” gibi bir mesajdır. Sözel iletişimimiz güçlü, ama çoğu zaman onun hareketlerinden ne istediğini anlıyorum. Keyfi yerinde olmadığında bile hemen fark ediyorum. Birlikte yaşadıkça bu tür iletişim doğal hâle geliyor.



Neden bir evcil hayvan sahiplenmek istediniz?

Küçüklüğümden beri hayvanları çok severim. Bahçede baktığım kedilerden balıklara kadar hep hayvanlarla bir bağ kurdum. Doğanın bir parçası olduğumuzu düşünüyorum ve bir hayvana el uzatmanın çok özel bir sevgi türü olduğunu hissediyorum. Marcus’la kurduğum bağ, hayatıma tarifsiz bir mutluluk kattı. Bu duyguyu tatmasaydım bir şeyler eksik kalırdı.


Karar vermeden önce, evde bir hayvanla yaşamının nasıl bir şey olduğuna dair bir fikriniz var mıydı?

Tam olarak bir fikrim yoktu ama tahmin ediyordum. Sorumluluk almanın hayvan sahiplenmenin en önemli kısmı olduğunu biliyordum. Bu yüzden çok fazla bilgi toplamak yerine yaşayarak öğrenmeyi tercih ettim.



Patili dostunuzun aileye katılmasından sonra hayatınız nasıl değişti?

Marcus’la hayatım daha güzel bir hâl aldı. Artık çekirdek ailemiz büyümüştü. Onunla birlikte sokak hayvanlarına karşı duyarlılığım da arttı. Hayatımda bu kadar güzel bir sevgiyi tatmak, yaşam tarzımı olumlu yönde etkiledi. Elbette günlük rutinlerimiz ve yeni sorumluluklarımız oluştu. Artık hayatımız birbirimize göre şekilleniyor.


Bir evcil hayvana sahip olmanın olumlu ve olumsuz yanları nedir?

En büyük artısı sevgi ve beraberindeki mutluluk. Bu, size her anlamda farklı bir pencere açıyor. Olumsuz yanı ise benim için yok. Dert edilecek bir şey düşünüyorsanız, zaten sahiplenmeyin.



Evcil hayvan sahiplenmek isteyenlere mesajınız nedir?

Bir evcil hayvan sahiplenmek, anlatması zor, büyülü bir deneyim. Her gün “iyi ki” dedirtecek bir bağ kuruyorsunuz. Ancak bu kararı verirken hayatınıza gerçekten bir dost almayı istemeniz çok önemli. Eğer bu sorumluluğu tam anlamıyla kabul etmezseniz, hem sizin hem de hayvanın mutsuz olması kaçınılmaz olur.


Evcil hayvanınızla her yere gitmeniz mümkün olmayacak, sizi istemeyen ya da kabul etmeyen yerler olacak. Seyahat etmek istediğinizde bazı engellerle karşılaşabilirsiniz. Ya da birlikte seyahat etseniz bile belli bir düzeni korumanız gerekecek. Ayrıca günlük hayatınızda değişmeyecek bazı rutinleriniz olacak. Ancak tüm bunlar, doğru bir şekilde hazır olduğunuzda asla sorun hâline gelmeyecek.


Satın alma konusu ise net bir çizgi. Bu konuda hassas olunması gerekiyor. Çünkü satın alımlar devam ettikçe, birçok hayvan eziyet görmeye devam ediyor. Sokağa terk edilen hayvanlar, kötü koşullarda üretilen yavrular ve aklımızın almadığı yasa dışı uygulamalar hayvanların acı çekmesine neden oluyor. Elbette belli bir cins istiyor olabilirsiniz; ancak biraz araştırır ve sabrederseniz, aradığınız dostu sahiplenerek bulmanız mümkün. O yüzden lütfen, “SATIN ALMAYIN, SAHİPLENİN.”


Ayrıca hayvan sahiplenmeyi bir dönemlik heves ya da çocukları eğlendirmek gibi nedenlerle düşünmeyin. Bu tatlı bahaneler, ne yazık ki gerçek hayatta hiçbir şekilde geçerli değil. Unutmayın, bir evcil hayvan sahiplendiğinizde onun yaşamı tamamen size bağlı. Bu bağı kurmaya, sevgiyle büyütmeye ve onunla sorumluluğu paylaşmaya hazırsanız, bu yolculuğa çıkın. Gerçekten buna hazır olduğunuzda, hayatınıza katacağı mutluluğun tarifi imkânsız olacak.

Bodrum Dergi Web Sitesi © Yabancı Ses Prodüksiyon tarafından hazırlanmıştır.

bottom of page