top of page
  • Yazarın fotoğrafı: BODRUMDergi
    BODRUMDergi
  • 17 Eyl 2023
  • 4 dakikada okunur
Ece Yazıcı; yazarlık atölyesinde dağıtılan siyah-beyaz bir fotoğraftan yola çıkarak Rus Boris ile Ukraynalı Elena’nın aşk hikâyesini kaleme aldı. Kendisiyle hem yazarlık serüvenini hem de yeni çıkan “1 Numaralı Peron” isimli kitabının detaylarını konuştuk.

ree


Yazarlığa nasıl yöneldiniz?

1977 yılında Tekirdağ’da doğdum. Yaşamımın çok büyük bir kısmını İstanbul’da geçirdim. 1998 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun olduğumda tek hayalim şirket birleşmeleri ve satın almaları konusunda uzmanlaşmaktı. Dönemin konjonktürü itibarıyla bankacılık sınavlarına girmeye başladım. Sektöre ilk adımları böylece attım. İstanbul Ticaret Üniversitesi Uluslararası Bankacılık ve Finans yüksek lisansından dönem birincisi ve onur derecesi ile mezun oldum. Zamanla, iş haricinde, dışarıda da başka bir hayat hatta başka bir dünya olduğunu fark etmeye başladım. Yıllar geçiyordu ama ben yapmayı sevdiğim şeylere zaman ayıramıyordum. Bu nedenle iş ve okul arasında gidip gelmekten zaman bulamadığım, içimde ukte kalan şeylere yönelmeye başladım. Dolayısıyla hobilerimle sadece boş zamanlarımda ilgilenmek yerine, onlara daha fazla zaman ve fırsat yaratacak şekilde yaşamımı dizayn ettim. Koltuklarımın altında birden fazla karpuz taşısam da hiçbir zaman yorulmadım aksine varlıkları enerjimi hep yukarı taşıdı.



ree

Yazma sürecinizi anlatabilir misiniz?

Kendimi analiz ettiğimde, benim için var olan esas şeyin yazmak olduğunu gördüm. Yazmayı her zaman sevdim. Geriye dönüp baktığımda, yazı denemelerimi ufak ufak biriktirmişim. Bu denemeleri geliştirmek, mevcut önceliklerim arasında üst sıralarda olmamıştı, pandemiye kadar… Kimsenin ne ile karşı karşıya olduğunu kestiremediği, kendisinin ve sevdiklerinin sağlığından endişe ettiği ve artık tüm dünyanın hayatın anlamını sorguladığı o karanlık günlerde hemen herkesin farklı alanlarda deneyimlediği online aktiviteler benim de can simidim oldu. Gazeteci-yazar Bahar Akıncı’nın online yaratıcı yazarlık atölyesi dersleri verdiğini görünce hemen kaydoldum. Amacım geçmişte yazdığım küçük denemeleri anlamlı biçimde birleştireceğim bir teknik öğrenmekti. Bahar Hanım ödev olarak, göndereceği fotoğrafa bakıp üç sayfayı geçmeyecek bir hikâye yazmamızı istedi. 23 Nisan 2020 tarihinde başladığım ilk andan, bitirinceye kadar büyük bir zevkle yazmaya devam ettim. Öyle ki gözlerimde canlandırdıklarıma kendim bile heyecanlandım. Saatlerin birbirini nasıl kovaladığını anlamadan, dört gün sonra dört bölüm olarak teslim ettim. Sonucu merakla beklediğimi dün gibi hatırlıyorum. Devamı ve geldiğim nokta ise hep söylediğim gibi evrenin bana bir sürprizi, hatta hediyesi.


Boris ve Elena’nın aşk hikâyesinden nasıl esinlendiniz?

Her şey o siyah-beyaz fotoğraf ile başladı. Fotoğrafa baktığımda gördüğüm ilk şey bakışlardı. Bakışların söylediklerinden etkilendim. Birinin gözleri şüphe ile karışmış endişeyi ve tedirginliği yansıtırken diğerinin gözlerinde ise kibir ve umursamazlık vardı. Bu bakışlar bana bir kaçış hikâyesini çağrıştırdı.


Kaçışa, yaşanmışlıklar üzerine ortaya çıkan olaylar da eşlik edecekti. Birbirine zıt karakterlere sahip iki insanın bir araya geldiği yerde aşkın olmaması kaçınılmazdı. Karakterlerin kim olması gerektiğini ve nerede tanıştıklarını bir dakika bile düşünmedim. İç sesimin bana kuvvetle söylediği şekilde; onlar en başta Elena ve Boris olacak ve hikâye kesinlikle 1910’lu yılların başında Rusya’da geçecekti. İki kişinin birbirine bakışları ve beden dili beni yazmaya iterken, fotoğraftaki diğer detaylar zaman ve mekân olgularını derinleştirdi. Böylece hikâyenin çapı büyüdü, olaylar heyecanla ilmek ilmek birbirine bağlanarak genişledi ve sonunda romana dönüştü. Gerisi tamamen hayal ve yaratıcılığın gücüne, kalemin hızının eşlik etmesi…


Kitabı yazarken nasıl bir çalışma yaptınız? Rusya ve Ukrayna tarihi ile ilgili bir araştırma yaptınız mı?

Ben hikâyeyi başından sonuna kadar aklımda ana hatlarıyla oluşturmuştum. Bir eser hâline getirmek tamamen ayrı bir çaba ve ciddi bir çalışma disiplini gerektirdi. Kaynak bulmak, araştırma yapmak, okumak, analiz etmek ve yazmak birbiri içine geçen ve birbirini tamamlayan aşamalar oldu. Hatta neredeyse aynı anda gelişti diyebilirim. Hikâye; Boris’in yaşamından kesitler ile başladığı için ilgili dönemdeki dünya gündemini, Rusya’nın tarihini ve sosyo kültürel yapısını anlamak ve anlatmak çok önemliydi.


Olaylar gelişirken Elena’nın Ukraynalı olarak yaratımı ise doğal bir akışın sonucu ortaya çıktı. Böylece Rusya tarihi içinde Ukrayna’yı da ele almak gerekti. Öğrencilik yıllarımda okuduğum Rus klasikleri dışında, Rusya ya da Ukrayna özel ilgi alanıma girmiyordu. Yazım aşamasında bir yandan kaynak ararken farklı şekillerde tesadüflerle hep Rusya hakkında belgesellerin, kitapların veya makalelerin karşıma çıkması sonucu doğal olarak ilgi alanı hâline geldi.


Sonraki kitap; aşk hikâyesinin devamı mı yoksa farklı bir hikâye mi olacak?

Serinin ilk romanı anlamlı bir noktada kesildiği için ikinci kitap devam niteliğinde olacak. Dönemin tarihi koşulları etrafında şekillenecek olan yaşamlara tanıklık edeceğiz. Aşkın sevgiye ve umuda bağlanışını kuvvetle hissedecek hatta izleyeceğiz. Aşk her zaman var olacak ama fırtınalara dayanabilecekler mi? Bazı konular su yüzüne çıkmayı bekliyor, çıkabilecek mi? Hep beraber göreceğiz.


Sizce bugün Rusya ve Ukrayna Savaşı’nda benzer aşk hikâyeleri yer alır mı?

Aslında bugün tanıklık ettiğimiz Rusya ve Ukrayna savaşına gelinceye kadar, dünya birçok savaş gördü. Nesillerin böyle üzücü tecrübeler yaşaması ve ders almaması maalesef çok acı. Kitapta da değindiğim gibi savaşlar aslında haritalar üzerinde hesap yapılmasına ve sınırların değiştirilmesine karar verilmeden önce siyasi ve ekonomik gerekçeler ile başlıyor. Savaş fiili olarak başladığında da insanlar sevdiklerinden göçler ya da kayıplar sonucu ayrılmak zorunda kalıyor. Aşk bu büyük resmin içinde solan, yaprakları kuruyup paramparça olan bir çiçek gibi. Bir daha gözünüz kadar sakınamayacak, elinize alıp sevemeyecek ve kokusunu içinize çekemeyeceksiniz. Aşkı ayıran sadece savaşlar ya da sınırlar değil aynı ülkede yaşamasına rağmen birleşmeyi başaramayan karakterler de aşkta kalamıyor. Her ne zorluk olursa olsun ayrı düşenlerin bir gün buluşacaklarına eminim, yeter ki sahip oldukları aşkın değerini bilip hakkını verecek cesarette olsunlar.


Bu aşk hikâyesi üzerinden okuyucuya vermek istediğiniz asıl mesaj nedir?

Benim vurgulamak istediğim, koşullar değiştiğinde nasıl hareket ettiğimiz. Koşulları kendi isteğimizle değiştirebilir, cesaret gösterip alışkanlıklarımızdan, konfor alanlarımızdan çıkabiliriz.


Koşullar bizim dışımızda değişebilir ve bunlara bir şekilde uyum sağlamaya çalışır hatta belki mücadele etmek zorunda kalırız. Başlangıç noktası ne olursa olsun, bu bir değişimdir. Değişimi görmek, kabullenmek ve ilerlemek başından sonuna bir yolculuktur. Bu yolculuğun içinde aşk da vardır, birleşmek de ayrılmak da. 1 Numaralı Peron’dan kalkan tren gibi hayatımızın her durağında birileri biner, birileri de zamanı geldiğinde sessiz sedasız gider. Dışarıdan bir gözle bakmayı başarabilirsek, her şeyin bir sebebi olduğunu ve bu sebeplerin de kendimizi yeniden yapılandırma imkânı verdiğini fark edebiliriz. Unutmayalım ki ne tanıştığımız insanlar ne de karşılaştığımız olaylar ve bulunduğumuz ortamların hiçbiri tesadüf değil.


Kitabı en çok kimlerin okumasını istersiniz?

Yaş aralığı, meslek gibi parametrelere bağlı olmadan geniş bir yelpazeye ulaştığını görmek beni mutlu ediyor. Ulaşabildiği kadar çok kişiye ulaşmasını isterim. Bugüne dek okuyucularımdan gelen geri bildirimlerden herkesin kendi yaşamına, yaşama olan bakış açısına göre bir filtrelemeden geçirdiğini gördüm. Kimi karakterler arasındaki ilişkilerin, kimi bugüne dek Moskova ve Petersburg’u hiç görmemiş olmama rağmen akıcı anlatımımın, kimi de zaman zaman yükselen tansiyon ve entrikaların etkisi altında kaldılar. Okuyanların yoğun duygusal bağ kurdukları bir kitap oldu. Yeni bir hayata zorluklarla başlamanın anlamını vurguladığı için, bir itici güce ihtiyaç duyanların, ilham arayanların öne çıkacağını düşünüyorum. Her ne kadar içeriği itibarıyla bir soğuk iklim kitabı gibi gözükse de anlattıkları, zamandan ve mekândan bağımsız hâle getirdi.

Gerçek bir olayı ele alarak bunu hayal mahsulü, fantastik bir öyküye dönüştüren tarzıyla tanınan yazar Ali Tanrısever, araştırma yaparken okuduğu bir dipnottan yola çıkarak 200 sayfalık Matmazel Marika’nın hikâyesini yazdı. Yazar bu ilk romanında; kurgu ile gerçeği harmanlayarak İstanbul’un binlerce yıllık karanlık dehlizlerinin sır perdesini aralıyor.


ree

Ali Tanrısever kimdir, bize kendinizden bahseder misiniz?

8 Mart 1958’de Kadıköy, Yeldeğirmeni’nde doğdum. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin ilk mezunlarındanım. Gerçek olaylardan yola çıkarak kurgulanmış gerçeküstü öyküler yazmayı seviyorum. Öykülerim ve denemelerim birçok dergide yayımlandı ve yayımlanmaya devam ediyor. Resim ve fotoğraf sanatıyla da ilgileniyorum. Dünyaca ünlü cerrahımız Prof. Dr. Münci Kalayoğlu’nun hayatını anlatan “Hatırda Kalanlar” adlı biyografiyi yayına hazırladıktan sonra ilk romanımın yazımına başladım. “Matmazel Marika” artık okuru ile baş başa.


ree

Sizin genellikle; gerçek bir olayı ele alarak bunu hayal mahsulü, fantastik bir öyküye çevirdiğinizi biliyoruz. Bu hikâyedeki çıkış noktanızı oluşturan gerçek hikâye nasıl ortaya çıktı ya da böyle bir gerçek olay var mı?

Evet, romandaki ilginç hikayenin çıkış noktası bu kez bir dipnotta gizliydi. Yine uzunca bir öykü için araştırma yaparken karıştırdığım İlbeyi Özer’e ait "Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yaşam ve Moda" kitabında okuduğum bir dipnot iki yüz sayfalık bir roman yazdırdı bana.


Ne yazıyordu o dipnotta?

Beyoğlu gazinolarında garsonluk yapan Marika isimli Rum kızını tebdili kıyafetle kaçırıp Sarayburnu açıklarında bulunan Fransız gemisine getiren sonrasında ise katleden Başçavuş Varnez ve arkadaşının polis tarafından tutuklanması ve Pangaltı Tevkifhanesi’ne sevk edildiğine dair Polis Müdürlüğü’nden Dahiliye Nezareti’ne gönderilen yazı. (Dos.54 Nr.40 Tar. 15/22.6.1921)


Bu dip notu okudunuz, “Bundan iyi bir hikaye çıkar” dediniz ve bu roman ortaya çıktı öyle mi?

Evet, tam olarak öyle oldu. Tabii yazacağım bir romanda yer almasını istediğim tarihi olaylar ve kişiler uzun zamandır, “Bizi ne zaman yazacaksın” diye zihnimi meşgul ediyordu. Bu dipnot beni etkiledi ve içerdiği gerçek hikâyeyi temel alarak fantastik bir roman yazmaya karar verdim. Böylece kurgu ile gerçeği harmanlayarak sıkmadan okunacak bir eser ortaya çıktı.


Matmazel Marika gerçekte kim, hayatınıza dokunmuş bir kişilik mi?

Ben Kadıköy Yeldeğirmeni’nde iki katlı, küçücük ahşap bir Rum evinde doğdum. Matmazel Marika’nın evinde. Üst katımızdaki iki oda, sıfır salonda otururdu Marika. Bizim birinci kattaki bir oda, sıfır salon evimizin içinden çıkılan ikinci katta. Matmazel Marika, unvanından da anlaşılacağı üzere hiç evlenmemiş, yalnız yaşayan bir kadındı. Yedi yaşıma kadar bana dadılık yapmıştır bir nevi. Annem yirmi yaşında bir genç kızmış ben doğduğumda.  Çok iyi hatırlıyorum, baştan aşağı simsiyah giyinirdi Matmazel Marika. Siyah kısa topuklu rugan ayakkabılar, siyah naylon çorap, siyah ceket, siyah şapka, şapkadan aşağı sarkan ve yüzünü kapatan siyah tül ve siyah eldivenler.


Bambaşka bir kişilik olarak okuyoruz Matmazel’i romanda. Sanki Matmazel’i olmasını arzu ettiğiniz bir karaktere sokmuşsunuz doğru mu?

Evet. Güçlü, tuttuğunu koparan, akıllı, güzel bir kadın olarak kurguladım. İş hayatının içinde olsaydı muhtemelen böyle biri olurdu Matmazel Marika.


Bu roman okuruna ne vadediyor?

Bu romanı yazarken amacım, okuyuculara keyifli ve eğlenceli bir okuma deneyimi sunmaktı. Romanımı, hafif bir dille yazarak sıkmadan, merak uyandıran bir öykü sunmayı hedefledim. Polisiye, aşk, gizem ve popüler tarih unsurlarını bir araya getirerek okurun bir solukta bitirebileceği, keyifli bir roman oluşturmaya çalıştım. Eğer okuyucularımız, romanı keyifle, bir çırpıda okudum derlerse amacıma ulaşmış olacağım.


ree

ÖZET


Hani bazı anlar vardır, insanın hayatını sonsuza kadar değiştiren. Mantıklı bir açıklama bulunamaz, anlatsan bile kimseler inanmaz.


Sana tüm kalbiyle inanan kişinin dahi, “Bunlar sadece filmlerde olur, gerçek hayatta böyle şeyler olmaz ki” diyeceği şeyler..


Tüm yaşadıkların, hayatının tamamı seni bu ana hazırlamak için planlanmış gibidir. Doğduğun andaki yıldızların açıları mı, kader mi, yazgı mı? Ne olduğunu bilemezsin. Kendini tanıyamaz, olanları ifade edemezsin ama yine de bu anın içindesindir işte...


Tüm bu olanları yaşamışsındır. O anda, geri kalan yaşamının eskisi gibi olmayacağını hissedersin...


İşte bu kitapta okuyacaklarınız, o anın ve sonrasının hikâyesidir…

  • Yazarın fotoğrafı: Seda Küçük
    Seda Küçük
  • 13 Eyl 2023
  • 3 dakikada okunur
Dijital Pazarlama Uzmanı Naz Kılıç, kendini bildi bileli hep bir köpeği olsun istemiş ama bunun için bir arayış içinde de olmamış. Bir gün patili dostunun gelip kendisini bulacağına dair içinde büyük bir his varmış. Bu hissin gerçekleşeceği günü beklerken 2018 yılında Lui isimli kediyi sahiplenmiş. Pandemide, İstanbul’dan Bodrum’a taşınmış ve sürekli gittiği bir restoranda o beklenen buluşma gerçekleşmiş. İlk gördüğünde, ‘Keşke benim olsa’ dediği Bodrum Finosu cinsi Sakız her nasıl olduysa 3 ay sonra onun olmuş. Şimdi Sakız ve Lui’yle birlikte renkli ve mutlu bir yaşamı var.

ree

Sahiplenme hikâyeniz nedir?

Her zaman bir köpek sahiplenmek istiyordum aslında ama bunun güzel bir rastlaşma olarak karşıma çıkacağını düşünüyordum. Öyle de oldu. Bodrum’a ilk taşındığım 2019 yılından beri haftada en az 2-3 kere gittiğim Ortakent’te bulunan aşırı hayvan dostu bir restoran vardı. Oraya her gittiğimde köpekleri sevip onlarla oynardım. 2 sene önceki yangınlarda Sakız ve ikizi Lokum bir şekilde ailelerinden koparak restorana geldiler. Geldiklerinde çok küçüklerdi. Restorandakiler sahiplendikleri için sadece gördüğüm zamanlarda ara sıra sevebiliyordum. Bir gün, restoranda çalışan ve Sakız’ı o zamanlar sahiplenen arkadaşımın yeni bir iş için Marmaris’e taşınması gerekti ve Sakız ile hikâyemiz bu şekilde başladı.


ree

İlk karşılaşmanızda ne hissettiniz?

İlk karşılaşmamda gördüğüm en tatlı ve en güzel köpek olduğunu düşündüm. ‘Keşke benimle yaşasa’ demiştim içimden. Birkaç ay sonra da bu dileğim gerçek oldu.


İsmini nasıl koydunuz, sizin için özel bir anlamı var mı?

Sakız ismini ben koymadım aslında karşılaştığımızda ismi Sakız’dı. Bu isme alıştığı, tam bir Ege köpeği olduğu ve renginden ötürü hiç değiştirmek istemedim.


Cinsi nedir, bu cinsi en belirgin özellikleri nedir?

Cins olarak aslında karışık bir köpek. Jack Russel ile bir sokak köpeği karışımı diyebiliriz. Bodrum’da bu tarz cins/sokak köpeği karışımı çok var ve onları ‘Bodrum Finosu’ diye de isimlendiriyorlar. Oldukça akıllı, enerjik, kedi kovalamayı çok seven, hiç yorulmayan, sadık ve mutlu köpekler olarak tanımlayabilirim.


Nasıl iletişim kuruyorsunuz, isteklerini size nasıl anlatıyor?

Sakız gerçekten çok özgür bir ruha sahip, ne kadar eğitimden geçerse geçsin kendi çok canı istemediği bir komutu uygulamıyor. Hayır kelimesini duyduğu zaman yapmakta olduğu şeyi bırakıyor, benim için bu yeterli. Bunun dışında da burnuyla bana dokunmak, oyuncağını yanıma getirmek ve havlamak gibi bir çok iletişim yöntemi de var.


ree

Neden bir evcil hayvan sahiplenmek istediniz?

Bodrum’da yalnız yaşıyordum ve hem güvenlik hem arkadaşlık açısından iyi geleceğini düşündüm. Sakız her ne kadar küçük görünse de içgüdüleri, çok iyi duyan kulakları ve alarm yerine geçebilecek havlaması ile bana kendimi güvende hissettiriyor. Bunun dışında gerçek bir arkadaş, birlikte eğleniyoruz, yürüyüş yapıyoruz, arabayla geziyoruz. Ayrıca onun sayesinde diğer hayvanları da daha iyi anlayıp empati yapabiliyorum.


Karar vermeden önce, evde bir hayvanla yaşamının nasıl bir şey olduğuna dair bir fikriniz var mıydı?

Karar vermeden önce de evde kedimiz vardı, bol bol tüy ile karşılaşacağımı biliyordum. Ancak köpeklerin çok farklı bir havası var. Daha insan odaklı yaşıyorlar ve önceden bildiklerim çok işe yaramadı. Sakız tüm tecrübelerime rağmen süprizlerle doluydu.


Sakız’ın aileye katılmasından sonra hayatınız nasıl değişti?

Hem bizim hem de kedimiz Lui’nin hayatı renklendi, neşelendi.


ree

Bir evcil hayvana sahip olmanın olumlu ve olumsuz yanları nedir?

Olumsuz bir yanı olduğunu düşünmüyorum. Sadece organizasyon açısından bazen biraz daha çok efor sarfetmemiz gereken durumlar oluyor. Evcil hayvan kabul etmeyen oteller, restoranlar gibi yerlere gidemiyoruz veya önceden ona göre araştırma yapmamız gerekiyor. Bir de tabii hasta olduğu zaman konuşarak anlatamaması büyük bir zorluk oluyor. Onun dışında olumsuz bir yön olduğunu düşünmüyorum ama olumlu tarafları saymakla bitmez. Normalde kedilerle anlaşamasa da evdeki kedi Lui ile kanka oldular ve birlikte hayatımıza neşe katıyorlar.


Evcil hayvan sahiplenmek isteyenlere mesajınız nedir?

Gerçek bir dostunuz olsun istiyorsanız hemen bir hayvan sahiplenebilirsiniz. Moraliniz bozulduğunda sabırla dinleyip yüzünüzü güldüreceğine emin olabilirisiniz.

Bodrum Dergi Web Sitesi © Yabancı Ses Prodüksiyon tarafından hazırlanmıştır.

bottom of page