top of page
  • Yazarın fotoğrafı: Seda Küçük
    Seda Küçük
  • 20 Ağu 2024
  • 4 dakikada okunur
Bu sayıdaki konuklarımız; Dila ve onun can dostu Harley... Dila’nın bir kedi sahiplenme fikri çok gergin olduğu sınav dönemine denk gelmiş. Babasının veteriner bir arkadaşının kedisinin doğum yaptığını öğrenmiş ve hemen sahiplenmiş. Onu ilk gördüğünde heyecan ve mutluluk verici bir serüvene başladığını hisseden Dila, kedisinin ismini de çok sevdiği bir çizgi roman kahramanı olan Harley Quinn’den esinlerek vermiş. Dila, British shorthair cinsi olan Harley’in; sakin, uysal, fazla ilgiden hoşlanmayan tam bir ev kedisi olduğunu anlatıyor. Harley’in aileye katılması ile eve neşe ve canlılık gelmiş. Dila evcil hayvan sahiplenmek isteyenlere de şu önerilerde bulunuyor: “Hangi tür evcil hayvanın yaşam tarzınıza ve beklentilerinize uygun olduğunu belirlemek için araştırma yapın. Farklı türlerin farklı ihtiyaçları ve davranışları var. Evcil hayvanlar genellikle uzun yıllar yaşıyor. Uzun vadeli bir taahhütte bulunmaya hazır olup olmadığınızı düşünün. Mümkünse, barınaklardan veya kurtarma organizasyonlarından evcil hayvan sahiplenin. Bu, hem evsiz bir hayvana yuva sağlar hem de hayvan nüfusunu kontrol etmeye yardımcı olur.”

ree

Sahiplenme hikâyeniz nedir?

Harley’i sahiplenmem aslında benim çok stresli olduğum bir dönemde gerçekleşti. Sınav senemdeydim ve gerçekten çok gergin bir durumdaydım. Ben bu durumdayken babamın veteriner bir arkadaşının kedisinin doğum yaptığını öğrendik ve zaman kaybetmeden de hemen sahiplendik. Böylece en yakın arkadaşıma kavuşmuş oldum.


ree

İlk karşılaşmanızda ne hissettiniz?

Onu gördüğümde heyecan ve mutluluk verici bir serüvene başladığımı hissettim. Onun enerjisini ve masumiyetini hissetmek bana derin bir bağlılık hissi veriyor. Sevimli yüzünü ve meraklı bakışlarını görmek, içten bir gülümseme yaratıyor bende. Aynı zamanda bir sorumluluk duygusu da baskılıyor. Çünkü bakımını üstlenmek ve ona sevgi dolu bir yuva sağlamanın önemli olduğu bilinciyle hareket etmeye başlıyorsunuz.


ree

İsmini nasıl koydunuz, sizin için özel bir anlamı var mı?

İsmini çok sevdiğim bir çizgi roman karakterinden alıyor. Kedim hayatıma girmeden önce zamanımın çoğunu ‘Harley Quinn’ adlı karakterin çizgi romanlarıyla geçiriyordum. Kedim hayatıma girdikten sonra düşünmeden ona ‘Harley’ ismini verdim.


Cinsi nedir, bu cinsin en belirgin özellikleri nelerdir?

Harley’in cinsi ‘British shorthair’ olarak geçiyor. Bu cinsin en belirgin özelliği sakin ve uysal olmaları diyebilirim. Çoğunlukla fazla ilgiden ve çok sevilmekten de hoşlanmıyorlar. Fazla sevip öpme gibi eylemlerde bulunursanız, saldırganlaşıp bulundukları ortamdan genellikle uzaklaşıyorlar. Gürültücü bir yapıları olmamakla beraber tam bir ev kedisi diyebilirim.



Nasıl iletişim kuruyorsunuz, isteklerini size nasıl anlatıyor?

Harley ile iletişim kurmak gerçekten çok kolay. İsmini seslendiğim her an koşarak yanıma geliyor ve beni gerçekten dinleyip anlayabiliyor. Belirli mama saatleri var ve bunu kısa bir süre içerisinde ezberledi. Mama saati geldiği zaman mutfaktaki kendine ayrılmış alanına geçip sakince mama vermemi istediğini belli ediyor ya da beni bu durumdan haberdar etmek istediği zaman sesli şekilde miyavlayıp istediği yere gelmemi sağlıyor. Bu genelde tuvaletini temizlemem için veya yakaladığı bir böceği patileriyle gururlu bir şekilde gösterip ödül maması istemek için oluyor.


Neden bir evcil hayvan sahiplenmek istediniz?

Sanırım bunun en önemli sebebi; bana ruhsal anlamda iyi gelecek, beni daha iyi bir insan hâline getirebilecek bir yol arkadaşına ihtiyaç duymamdı. Harley’i ilk sahiplendiğim dönemlerde stres ve kaygı düzeyim gerçekten çok yüksekti. Sahiplendiğim ilk andan itibaren stres ve kaygımın büyük oranda düştüğünü söyleyebilirim.


ree

Karar vermeden önce evde bir hayvanla yaşamanın nasıl bir şey olduğuna dair bir fikriniz var mıydı?

Harley’i sahiplenmeden önce kedi bakımını, sorumluluğunu ve nelere dikkat edilmesi gerektiğini çevremden biliyordum. Fakat bunu tecrübe ederken gördüm ki bazı kaçırdığım noktalar olmuş. Yine de bu benim için çok problem olmadı. Çünkü bu işi kusursuz hâle getirmeyi kedimle beraber öğrendim. Ve tüm kalbimle söyleyebilirim ki bu kesinlikle hayatımın en iyi serüvenlerinden biriydi…


Patili dostunuzun aileye katılmasından sonra hayatınız nasıl değişti?

Harley’in aileye katılması eve neşe ve canlılık getirdi. Kediler genellikle evde rahatlatıcı bir atmosfer yaratıyor ve stres azaltıcı etkiye sahip oluyorlar. Harley ile ilgilenmek, onu beslemek, onunla oynamak ve bakımını yapmak, günlük rutinin bir parçası hâline geliyor. Ayrıca onun sevimli ve oyuncu hâlleri ailede sürekli bir gülümseme ve mutluluk kaynağı oldu.


Bir evcil hayvana sahip olmanın olumlu veya olumsuz yanları nelerdir?

Olumlu yanları çok fazla aslında. Ama en önemlisi evcil hayvanların sahiplerine koşulsuz sevgi ve sadakat sunuyor olması. Birlikte geçirilen zaman, derin bir bağ ve arkadaşlık oluşturuyor. Harley’le vakit geçirmek, stresimi azaltmaya ve ruh hâlimi iyileştirmeye yardımcı oluyor. Günlük bakımında yapılması gerekenler, özellikle çocuklar için sorumluluk duygusunu geliştiriyor. Harley’den sonra kesinlikle daha aktif ve sosyal bir yaşam stili benimsediğimi de söyleyebilirim. Olumsuz yanlarından bahsedecek olursam bakımına zaman ve çaba harcamak gerekiyor diyebilirim. Besleme, temizlik, eğitim ve veteriner ziyaretleri gibi bazı sorumluluklar günlük programımı etkiliyor. Ayrıca bakımları da çok maliyetli oluyor. Mama, oyuncak, veteriner ücretleri ve diğer bakım ihtiyaçları bütçeyi zorluyor. Seyahat planı yaparken Harley’i nereye bırakacağımı düşünmek zorunda kalmak da bir diğer olumsuz durum.



ree


Evcil hayvan sahiplenmek isteyenlere mesajınız nedir?

Evcil hayvan sahiplenmek isteyenlere şu önerilerde bulunabilirim:


  1. Araştırma Yapın: Hangi tür evcil hayvanın yaşam tarzınıza ve beklentilerinize uygun olduğunu belirlemek için araştırma yapın. Farklı türlerin farklı ihtiyaçları ve davranışları var.

  2. Sorumlulukları Anlayın: Bir evcil hayvanın bakımının ne kadar zaman, çaba ve para gerektirdiğini tam olarak anlamak gerekir. Günlük bakım, beslenme, eğitim ve veteriner kontrolleri gibi sorumlulukları üstlenmeye hazır olmalısınız.

  3. Uzun Vadeli Düşünün: Evcil hayvanlar genellikle uzun yıllar yaşıyor. Uzun vadeli bir taahhütte bulunmaya hazır olup olmadığınızı düşünün.

  4. Barınaklardan Sahiplenin: Mümkünse, barınaklardan veya kurtarma organizasyonlarından evcil hayvan sahiplenin. Bu, hem evsiz bir hayvana yuva sağlar hem de hayvan nüfusunu kontrol etmeye yardımcı olur.

  5. Yaşam Alanını Hazırlayın: Evcil hayvanınız için güvenli ve konforlu bir yaşam alanı hazırlayın. Evde evcil hayvanınızın rahatça hareket edebileceği ve ihtiyaçlarını karşılayabileceği alanlar oluşturun.

  6. Veteriner Bakımı: Güvenilir bir veteriner bulun ve evcil hayvanınızın düzenli kontrollerini ve aşılarını ihmal etmeyin. Sağlık sorunlarını erken tespit etmek ve önlemek gerçekten önemli.

  7. Zaman Ayırın: Evcil hayvanınıza sevgi, ilgi ve zaman ayırmaya hazır olun. Onlarla oyun oynamak, yürüyüşe çıkmak ve birlikte vakit geçirmek önemlidir.

  8. Alerji ve Sağlık Durumları: Aile üyelerinin evcil hayvan alerjisi olup olmadığını kontrol edin. Evcil hayvan sahiplenmek sağlık sorunlarına neden olabilir. Bu hem evcil hayvan hem de sizin açınızdan zor durumlar oluşturabilir. Evcil hayvan sahiplenmek büyük bir sorumluluktur ama aynı zamanda hayatınıza büyük bir mutluluk ve sevgi de katar. Hazır ve kararlıysanız, bu yolculukta size eşlik edecek bir dost bulabilirsiniz.

  • Yazarın fotoğrafı: Özge Zeki
    Özge Zeki
  • 22 May 2024
  • 3 dakikada okunur
Polisiye-suç romanı kategorisinin öne çıkan romanı Kaderin Kırmızı İpi, zengin kurgu ağıyla akıcı bir üsluba sahip. Kitabın yazarı Yasemin Candemir’le eserin çıkış noktasını ve sürprizli kurgusunu konuştuk.

Kaderin Kırmızı İpi
Kaderin Kırmızı İpi

Türk bir yazarın kaleminden çıkan ama karakterleri ve olayın geçtiği yerler nedeniyle uluslararası kimlik kazanan kitap; kendinden emin, inanılmaz sürükleyici, zekice kurgulanmış ve belli ki titiz araştırmalar sonucu kaleme alınmış. Ayrıca karakter derinliği konusunda da çok zengin. Hem hikâyenin temposuna ve şaşırtmacalarına hem de ana karakterlerin arasındaki gerçekçi, heyecan veren ilişki şaşırtıyor. Yasemin Candemir, çaprazlama olarak yaşadığımız tüm hikâyelerin, rastgele zaferlerin tesadüfi değil doğduğumuzda takılı olan görünmez kırmızı ipliklerin eseri olduğunu kanıtlarcasına, her anını nefes nefese okuyacağınız bir kurguyla çıkıyor okurun karşısına. Kitabı polisiye dünyasında hak ettiği yere getirecek olan ise yazarın dahice bir kurguyla geçmişte çözülmemiş olayları yeniden ortaya çıkarması, cinayetleri, ölümcül kazaları, kayıp insanları ve birçok sır saklayan karakterleri içermesi ve kitap boyunca birden fazla bükülme ve dönüşle okuyucunun son sayfaya kadar dikkatini canlı tutması.


Yazar Yasemin Candemir
Yazar Yasemin Candemir
Polisiye-gerilim alanında yazmaya nasıl başladınız,  kurguda zorlandınız mı?

Zordu çünkü çok denklemli bir matematik problemine benziyordu başta her şey. Düğüm düğümdü. Sabırla bir bölümünü çözüp beklemek gerekiyordu. Ben de öyle yazdım romanı. Her şey pandemi döneminde kafamdaki fısıltılarla başladı. Sabah, akşam yürürken kitabı yazmaya başladım iç sesimle. Aradan bir süre geçince bilgisayarın başına oturacak cesaretim oluştu. Yazmaya başladıkça da bağlılığım.


Kurgu çok kapsamlı. Geçmişle geleceğin tüm sırları üzerinde şeffaf bir örtü var. Araladıkça her şey saçılıyor etrafa. Bu örgüyü nasıl kurguladınız?

İngiliz matematik profesörü Frank Morley diyor ki “Bir matematik problemine dalıp gitmekten daha büyük bir mutluluk yoktur.” Detaylı kurgulanmış bir polisiye roman da aynı matematik problemi kadar derinlemesine dalış gerektiriyor. Ben de bunu yaptım. İki yıl Kaderin Kırmızı İpi’nin içinde yaşadım. İple bağım mesafeler, çeşitli hayat sorunları ile zamanla ipi gevşetse de hiç kopmadı.


İpucu vermek istemeyiz ama katille, büyücü de denen ana karakterle ilişkinizi nasıl yorumluyorsunuz?

Büyücü de bir fısıltının esiri. Onun fısıltısının adı intikam. İntikam bir anda ele geçirmez insanı. Yavaş yavaş, korkutmadan, sabırla kabullenişini bekler. Büyücü’de de sabırlı, yıllarca olgunlaşmasını bekliyor. Sonunda bazen planlı, bazen dürtüsel, bazen de sinsice öldüren bir katile dönüştürüyor Büyücü’yü. Benim onunla ilişkim, onu anlamaya çalışmam, zaman zaman korumam, zaman zaman silinip gitmesini istemem nedeniyle çok çapraşık. Rachel’ın kırmızı ipinin ucu bana da dolanık uzun zamandır.


Mitolojik kırmızı ipin ucu bu kez dahice kurgulanmış seri cinayetlere ve Şamanlığa kadar uzanıyor. Rachel bir Büyücü’ye dönüştü, sizce bu intikamın esiri olan ama sesleri çıkmayan çok kadın var mı dünyada?

Eminim olduğuna. Kitapta Rachel’ın komşusunun başına gelenleri ve sonrasını okuyan herkes eminim benimle aynı karara varacaktır sonunda. Dünyada RAINN Ağı’nın tespitine göre her üç kız çocuğundan biri ve her yedi erkek çocuğundan biri hayatının bir döneminde kısa süreli de olsa cinsel tacize maruz kalıyor. Mağdurların yüzde 60’ı başına gelen olayları polise hatta ailesine bile söylemediği için kayıtlara geçmiyor. Yanlış olduğunu hissettiğiniz her dokunuş buna dahil.


Kaderin Kırmızı İpi’nden Alıntılar:

“İnsan kendini bu kadar bırakınca, dağılan parçaları toplamak daha zor olurdu. Termodinamiğin 2. yasası hâlâ evrendeki en temel yasaydı; çürüme, bozulma ve ölüm. Siz tembelleştikçe, kendinizi bıraktıkça çürüme başlıyor, gerisi kaçınılmaz ve kendiliğinden geliyordu. İyileşmek, güzelleşmek, daha uzun yaşamak istiyorsak çabalamak zorundayız.”


“Babasız büyüyebilirsiniz bunda sorun yok. Esas sorun bir babanız varken yok gibi olması. İşte bu bir babasızlık şiddetidir.”


“Psikolojik şiddet, hayalleri, yetenekleri aşağılamakla başlar. Kiminle görüşeceğinizi mutlaka bilmek ister, ailenizle, arkadaşlarınızla görüştürmemeye çalışırlar. Kıskançlık adı altında atacağınız her adıma karışır, fiziki görünümünüzle dalga geçerek özgüveninizi yok eder. Uzun yıllar eşleri tarafından psikolojik şiddet yaşayan kadınlar, gençken böyle şeylerin başlarına gelmeyeceğine inanıyor ve uzun süre değişimin olacağını umut ediyorlar, yaşlanmaya başladıklarında da çoktan vazgeçmiş oluyorlar.”


“Kader, gerçekten varsa bunun diğer insanlara bağlı olması gerektiğini varsaydılar. Gözlerinizi kapatıp vücudunuzun şeffaf olduğunu hayal ettiğinizde göreceğiniz tek şey, her bölümü birbirine bağlayan karmaşık ve sonsuz görünen kan damar ağı olur. Varlığımızı bu hayat veren nehre borçluyuz.”


“Çalışkanlığın her şeyden değerli olduğu bir dünyada, Wu Wei’nin Taocu kavramı ulaşılamaz gibi görünebilir. Kabaca “çaba harcamadan” olarak tercüme edilen Wu Wei, tembellik ile karıştırılmamalıdır. Tembellik, harekete geçme isteksizliğini ima eder. Hiçbir şey yapmadan oturmak anlamına da gelmez. Hayatta hiçbir şeyi zorlamamak anlamındadır.”


“Taoizmde hiçbir zaman efora yer yoktur. Acıkırsan yemeğini yersin, susarsan suyunu içersin, yorgun olursan yatar uyursun, yaşadığın yer kirlenirse temizlersin. Her şey bir harmoni içinde kendi doğallığında yaşanmalıdır. Hiçbir şey için benliğinle savaşmaman gerekir.”


“Kırmızı İp’in kökenleri, Kabala öğretisine dayanır. Bunun bir çeşit tılsım olduğuna inanılır. Tanrı ile insanın tek vücut olduğunu simgeler. Kan aynı zamanda Hz. Süleyman’ın mabedindeki kurbanları ve adak kurbanlarını anlatır.”

  • Yazarın fotoğrafı: Seda Küçük
    Seda Küçük
  • 20 May 2024
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 20 May 2024

Dövize bağlı olarak artan kâğıt ve ham madde fiyatları, basılı eserlerin okunma oranlarının düşmesi, yazar arzının artmasıyla ortaya çıkan kitap yayımlama sürelerinin uzaması gibi sebepler, yayıncılık sektörünü zorlu bir sürece soktu. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan e-kitap bir kurtuluş reçetesi gibi görünse de sektördeki sancılar devam ediyor... Sektörün geldiği son noktayı Ceres Yayın Grubu Kurucu Ortağı Eshwari Ayşe Tuğba Dedeoğlu ile konuştuk. İşte yayıncılık sektöründeki son durum:

ree

“Böylesine bir konuya nasıl bir giriş yapmak gerekli ki?” sorusunun dalgalarıyla boğuşurken denizde tanıdık bir isimle karşılaştım: İbrahim Müteferrika. Bu toprakların yetiştirdiği en büyük pre-modern girişimcilerden biriyle iki lafın belini kırmak fazlasıyla keyifli olabilirdi fakat yüzüne doğru düzgün bakacak cesareti kendimde bulamayışım bir sıkıntının açık bir habercisiydi. Belki de o çok bilindik “Matbaanın ülkeye 270 yıl geç gelmesiyle çağın gerisinde kaldık!” düşüncesinin zihnimdeki yerini temsilen bir utangaçlıktır, bilemiyorum. Durum lafta böyle olsa da gerçekleri ne kadar biliyoruz?

ree
Eshwari Ayşe Tuğba Dedeoğlu | Ceres Yayın Grubu Kurucu Ortağı

Sanal Devrime Kasti Bir Körlük mü Yaşıyoruz?

Tozlanmış raflarımızın suçunu tamamen yüzyıllar öncesinde zamanında gerçekleşmeyen bir atılıma bağlayıp hâlâ etkilerini yaşadığımızı söyleyebilir miyiz, yoksa gözlerimizin önünde gerçekleşmekte olan sanal devrime kasti bir körlük mü yaşıyoruz? Matbaanın 1450’lerde Almanya’da bugünkü bildiğimiz hâliyle ortaya çıkışı ve resmî olarak ülkemize ancak 1720’lerde gelişi üzücü bir hikâye olsa da aradaki neredeyse 300 yıllık süre içerisinde Rum, Ermeni, Yahudi gibi Osmanlı’daki azınlıkların hayata geçirmeye çalıştığı matbaaları görmezden gelmek tarihe ihanet olur. Biz esasında hiçbir şeye geç kalmadık. Aynı yüzyıl içerisinde matbaaya da kavuştuk, kitaplar da bastık, ahaliye de dağıttık; biz oradaydık. Aynen teknolojik gelişme çağında bugün tüm devrimlerle beraber olduğumuz, hepsine tanık olduğumuz gibi. Önemli olan ise her zamanki gibi tutumlarımız ve davranışlarımızdı.


Klasik Yayıncılığa Alternatifler Eklendi

Dünyanın ücra bir köşesinde lastik bir top kendi kendine patladığında alt üst olabilecek kadar kırılgan olan ekonomimiz tabii ki tüm bu tutum ve davranışlarımızı şekillendiren başlıca etken. Ülkemizde yayıncılık sektörünün son yıllardaki en büyük yarasına bir bakmak gerekli: Artan maliyetler. Mürekkebinden kâğıdına, editöründen tasarımcısına kadar onlarca kalem maliyetin devamlı artışı karşısında çözüm arayan bir yığın emekçiyle karşı karşıyayız. Hepsi de birbirine soran gözlerle bakıyorlar. Tüm bu çözüm arayışı, yıllar içinde klasik yayıncılığın yanına yazar destekli yayıncılık ve doğrudan yayıncılık gibi çeşitli alternatifler ekledi. Bunu tamamen maliyetlerin artmasına bağlamak da hata olur; kitabını yayınlatmak isteyen kişi sayısı da her geçen gün inanılmaz bir hızla artış göstermeye devam ediyor. Dünyanın tamamında böyle olmasa da ülkece “yazar arzımız” oldukça artmış durumda.


ree

Çözüm arayan insanlar, kendilerine uygun çözümlerin sunulmadığını gördüklerini zaman dümeni ele alırlar. Doğrudan yayıncılık da esasında böyle bir doğuşa denk geldi. Çok büyük bir yayınevinin bilinen bir yazarı, 200. baskısını yapmış kitabının daha da fazla satabilmesi için yayınevini kapak değişikliği, genişletilmiş baskı gibi “yaratıcı” çözümler için darlarken, ilk eserine oldukça güvenen bir yazar adayı, aynı yayınevine gönderdiği dosyasına gelen ret cevabını okurken sektörün aşılmaz duvarlarına bir yumruk daha indirdi. Yazar adayının o anda aklında iki soru vardı: Kitabımı kendim bastıramaz mıyım? Benim için bu kitabı ücret dahilinde basacak yayınevleri var mıdır?


Yazar adayımız haksız mı? Kurumsal yayınevleri tarafından eseri beğenilse dahi baskı, günümüzde başvuru yoğunluğundan dolayı en az üç yıl sonrasına tarihleniyor. Düşük telifler ve uzun baskı süreçleri karşısında binlerce kişinin arasından sıyrılıp yazdıklarını yayınlatmak için kabul ettirmenin değerini neyle ölçelim? Paha biçilemese de bir pahası var: Üç koca yıl. Peki ya yayınevleri haksız mı? Her gün gelen binlerce eser, yönetimden gelen ticari kaygıyı canlı tutan ikazlar ve ülkenin her yerine sirayet eden liyakatsizliğin bir sonucu olarak yayın takvimine gökten düşüp geri kalanları öteleyen yazarımsılar… Haklı ya da haksızın olmadığı bu savaşı bir tepenin arkasından sessizce izleyen yazar destekli yayıncılık sektörü…


Hepimiz bir şeyler yazıyoruz. Daktilolardan klavyelere geçtiğimizde blog siteleri zamanın parlayan yıldızlarıydı. Devir değişti, şimdiyse yazdıklarımızla koca bir kitabı doldurmaya yetecek miktarda sosyal medya hesabımız var. Her zaman yazmaya devam edeceğiz. Hiç bitmeyecek olan bu istek, yayıncılık sektörünün önünde dağ gibi birikmeye başlayan bir düşünceler curcunası.


ree

Dijital Devrimin Ayak Sesleri

Dijital devrimin ayak seslerini her geçen gün artan bir şekilde duymaya başlasak da yayıncılık sektöründe ve okurlarda bu konuya dair hâlâ küçük bir sağırlık mevcut. Okurlar genel olarak “kitap kokusu” argümanına sığınsalar da dijital bir kütüphaneye sahip olmanın çekiciliğinde tereddüt hâlindeler. Bunun nedenini, günümüzde bir kitabın okunma süresinin, bir kafe masasındaki kahve fincanının yanına konan kitabın fotoğraflanması ve kahve içimi süresine kadar düşmesine bağlıyorum. Şekilciliği en yoğun şekilde damarlarımızda yaşıyoruz ve pek az kişi bunun farkında olsa da bu, elektronik kitap için de çok büyük bir tehdit.


ree
Eshwari Ayşe Tuğba Dedeoğlu | Ceres Yayın Grubu Kurucu Ortağı

Apple, ilk iPhone modelini satışa sunduğunda yıl 2007’ydi. Bundan beş ay sonra ise Amazon ilk kitap okuyucu modeli olan Kindle’ı okurla tanıştırdı. Teknolojik devrimde çok önemli yere sahip olan iki unsurun on yedi yılda geldiği nokta bize çok şey anlatıyor: Biri tam bir dev hâline dönüşüp her cepte bulunurken diğeri hâlâ görünme çabası içinde resmen dileniyor. İkame bir ürün ne kadar kullanışlıysa diğerinin tarihe gömülme şansı o kadar yüksektir. Bugün daktilo kullanan kaç kişi vardır?


Daktilodan şu an için yadigâr kalan tek şey “F” klavye olsa gerek. Kindle da kitapları raftan indirmek için ortaya çıktı fakat hâlâ aşılması gereken fazlaca engel var. Şahsen çok kullanışlı bulsam da aşması gereken ilk engel insanların heves ve kaygıları.


Esasında şimdiye kadar saydığım artan maliyetler, yazar arzı, çözüm arayışı gibi tüm sorunların cevabı belki de burada yatıyordur. Bugün tüketici davranışına baktığımızda, online satın alımların bir kitabevinden kitap satın almaya göre oldukça önde olduğunu görüyoruz. Bu bir adımdır. Yakın bir gelecekte yayınevlerine maliyet olarak büyük avantaj sağlayan e-kitapların giderek kendine daha fazla yer bulacağını öngörmek çok da zor değil. Belki de gün gelecek ve kitapları fiziksel olarak sadece yazara bir tane hediye etmek için basacağız.


Belki dijital kopyasına bir örnek olması ve isteyenlerin incelemesi için yüz tane de çeşitli kitabevlerine birer adet gönderilmek üzere üreteceğiz. Okurların büyük bir çoğunluğu kitabı telefonuna, kitap okuyucusuna indirmek için internetten satın alırken küçük bir kısmı da kitabı incelemek için bir kitabevine gidecek ve beğendiği takdirde kasadan dijital kopyasını cihazına indirmek üzere satın alacak. Belki bu dijital devrimle, düşecek olan kâğıt kullanımına bakarsak ekolojik ve sürdürülebilir bir devrimin de kapısını aralamış olacağız. Çok da uzak bir gelecek değil gibi. Neden olmasın?


Her Eser Biriciktir Özel İlgiyi Hak Eder

Ceres Yayınları olarak raflarımızda toz bırakmamanın yolunu her yazar ve yazar adayı için ayrı ve yenilikçi çözümler üretmekte bulduk. Her eser biriciktir; özel ilgiyi fazlasıyla hak eder. Biz de yıllardır aşina olduğumuz bu yolda birkaç toz tanesinin havamızı bulandırmasına izin vermektense daha rafa konamadan defetmeyi hayal ettik. Hayal etmenin başarmakla olan yakından ilgisine hepimiz aşinayız, değil mi? Profesyonel hayatın aşılmaz dedikleri bariyerleriyle zaman zaman karşılaşsak da duygularımızı kaybetmedikten ve insan kalabildikten sonra hiçbir sorunun aşılamaz olmadığını öğrendik. Yazmak işi, üretmek işi, hayallemek işi; hepsinde varız, var olacağız.


ree
"Bu yazıyı hazırlarken araştırmalarıyla bana destek olan sevgili editörümüz Berker Noyan’a teşekkür ediyorum."


Bodrum Dergi Web Sitesi © Yabancı Ses Prodüksiyon tarafından hazırlanmıştır.

bottom of page