top of page
Birlikte bir hayat kurmak… Ne kadar büyük ve umut dolu bir cümle. Ancak çoğu zaman bu büyük başlangıçlar, daha yolun başında derin çatlaklarla karşılaşıyor. Araştırmalar gösteriyor ki evliliklerin yaklaşık yüzde 40’ı ilk beş yıl içerisinde sona eriyor. Bu oran, bize önemli bir gerçeği hatırlatıyor: Evliliğin ilk yılları sadece bir alışma süreci değil, aynı zamanda bir sınav.

ree

Peki neden bu kadar çok çift daha ilk beş yıl dolmadan yollarını ayırıyor?

Evlilik; iki farklı geçmişi, iki ayrı hayali ve iki özgün karakteri aynı çatının altına yerleştirmeye çalışmakla başlıyor. Bu, başlangıçta oldukça romantik görünse de zamanla günlük hayatın gerçekleriyle yüzleşmeye başlıyoruz. Sorumluluklar artıyor, iletişim hataları büyüyor, beklentiler çarpışıyor. Her ne kadar birbirimizi sevsek de aynı hayatı sürdürmeye dair yeterince hazırlıklı olmayabiliyoruz.


Evliliğe Dair Yanlış Beklentiler Var

Toplumda evliliğe dair yerleşmiş bazı yanlış beklentiler var. Evliliğin sadece mutluluk getireceği, her şeyin kendiliğinden yolunda gideceği düşünülüyor. Oysa gerçek hayat, filmlerdeki gibi akmıyor. Duygular zamanla değişiyor, sorunlar kapıyı çalıyor ve iletişim becerileri yetersiz kaldığında sevgi bile suskunluğa dönüşebiliyor.


Kritik Eşik İlk Beş Yıl

İlk beş yıl, aslında bir tür denge arayışı. Eşler kendi alanlarını korumaya çalışırken aynı zamanda ortak bir yaşam biçimi oluşturmak istiyorlar. Bu süreçte sıkça şu hatalar yapılıyor: Partneri değiştirmeye çalışmak, sorunları paylaşırken sağlıksız çevrelerden destek almak, çocukla problemleri çözmeye çalışmak ya da sorumluluğu hep karşı tarafta görmek.


ree

Eşinizi Olduğu Gibi Kabul Edin

Oysa evliliğin sağlıklı yürümesi için temel bazı tutumlara ihtiyaç var. Öncelikle çiftlerin birbirlerini oldukları gibi kabul etmeleri gerekiyor. Hiç kimse bir başkasının “projesi” değildir. Birlikte öğrenmek, birlikte gelişmek ancak karşılıklı saygı ve anlayışla mümkün olabilir.


Sihirli Cümle “Seni Seviyorum”

Ayrıca evlilik; sessizlikle değil, sürekli ve dürüst bir iletişimle beslenir. Duygular ifade edilmediğinde, zamanla içe kapanır ve çiftler birbirlerine yabancılaşabilir. En basitinden “seni seviyorum” demek, bir ilişkinin dinamiğini değiştirecek kadar güçlüdür.


ree

Sarılmak Her Derde Deva

Ve fiziksel temas… Sarılmak, küçümsenen ama güçlü bir bağ kurma şeklidir. Araştırmalara göre sarılmak, vücudun oksitosin salgılamasını sağlar. Bu hormon hem güveni hem de duygusal yakınlığı artırır. Basit bir temas bile bazen uzun bir konuşmadan daha etkili olabilir.


Son olarak çiftlerin unutmaması gereken bir şey var: Her ilişkide zor dönemler olacaktır.

Önemli olan, bu dönemlerde birlikte kalabilme iradesini gösterebilmektir. Evlilik, her zaman pürüzsüz bir yolculuk değildir. Ama sabır, emek ve karşılıklı çaba varsa; en fırtınalı günler bile aşılır.


İlk beş yıl, evliliğin en çok öğreten zaman dilimi. Bu eşiği aşabilen çiftler, çoğunlukla daha güçlü, daha olgun ve daha gerçek bir birlikteliğe adım atıyorlar. Önemli olan, bu yılları bir sınav değil, bir öğrenme süreci olarak görebilmek.


Evliliğin İlk 5 Yılına Dair Veriler:

  • Türkiye’de boşanmaların yüzde 40’ı evliliğin ilk 5 yılı içinde gerçekleşiyor.

  • TÜİK 2024 verilerine göre, en çok boşanma kararı alınan dönem evliliğin ilk 1-3 yılı arası.

  • Boşanma nedenlerinin başında iletişimsizlik, ekonomik sorunlar ve aile içi baskılar geliyor.

  • Uzmanlara göre, evlilik danışmanlığına başvuru oranı son 3 yılda yüzde 65 arttı.

  • Yazarın fotoğrafı: Mustafa Küçük
    Mustafa Küçük
  • 2 Eyl
  • 2 dakikada okunur
Türkiye’de site ve apartman yaşamının maliyeti adeta uçuşa geçti. Ülkenin önde gelen site yönetimi platformu Apsiyon, 22 bini aşkın bina ve 1,5 milyondan fazla konutu kapsayan “Toplu Yaşam Alanlarında Aidat ve Yönetim – 2025 Veri Analizi” raporunu yayımladı. Rapor, son üç yılda Türkiye genelinde aidatların ortalama yüzde 367 arttığını gözler önüne sererken özellikle büyükşehirlerde hane halklarının bütçelerini sarsan çarpıcı sonuçlara ulaşıldı. Türkiye’nin aidat karnesi, şehirler arası uçurumu net bir şekilde ortaya koydu. Muğla zirvede, Uşak dipte… Büyükşehirlerde ise aidat krizi, taşınma hareketliliğini rekor seviyeye taşıdı.

 

ree

 

Muğla Aidat Şampiyonu Oldu

2025’te ortalama 8.710 TL ile zirveye oturan Muğla, aidat artışlarında açık ara lider oldu. Onu 6.629 TL ile İstanbul, 5.049 TL ile Ankara ve 4.919 TL ile İzmir takip etti. Listenin en altında ise 1.061 TL ile Uşak, 1.246 TL ile Hatay, 1.287 TL ile Ordu, 1.306 TL ile Aksaray ve 1.455 TL ile Mersin yer aldı.


ree

 

Şehirler Arasında Uçurum Var

Apsiyon CEO’su Kudret Türk, “Muğla’daki ortalama aidatın Uşak’ın neredeyse yedi katı olması, ekonomik uçurumun en çarpıcı göstergesi. Bu tablo, aileleri daha uygun yaşam alanları aramaya ve iç göç hareketlerini hızlandırmaya zorluyor” dedi.

 

ree

İstanbul’da 117 Bin Taşınma

2025’in ilk yarısında yalnızca İstanbul’da 117 binden fazla taşınma gerçekleşti. Özellikle Beşiktaş, Sarıyer ve Şişli gibi merkez ilçelerde aidatlar 10 bin TL’yi aştı, orta gelirli aileler için ciddi bütçe baskısı yarattı.

 

ree

Bodrum ve Fethiye'de Son Bir Yılda Aidatlar Yüzde 134 Arttı

Bodrum ve Fethiye gibi yazlık bölgelerde ise son bir yılda aidatlar yüzde 134, son üç yılda ise yüzde 455 arttı. Apsiyon Akademi Direktörü Ozan Özen, 2022-2025 arasında aidat artışlarının ülke genelinde yüzde 367’ye ulaştığını belirterek şu değerlendirmeyi yaptı: “Personel giderleri, temizlik ve bakım maliyetleri, enerji fiyatları, döviz dalgalanmaları ve profesyonel site yönetimi zorunlulukları aidatları rekor seviyelere taşıdı.”


ree

Son Üç Yılda Aidat Artış Rekortmen İlleri

  • Muğla: %455 artış

  • İstanbul: %349 artış

  • Ankara: %361 artış

  • İzmir: %354 artış



ree

 

Uzmanlardan Çözüm Önerileri

 Uzmanlara göre aidat artışlarını kontrol altına alabilmek için:

  • Şeffaf ve gerçekçi bütçeler hazırlanmalı

  • Enerji verimliliği yatırımlarına öncelik verilmeli

  • Lüks ve gereksiz harcamalardan kaçınılmalı

  • Kat malikleri genel kurullara daha aktif katılmalı

 

Aksi halde, artan maliyetlerin site yaşamını sürdürülemez hale getirmesi kaçınılmaz görünüyor.

 

 

  • Yazarın fotoğrafı: Seda Küçük
    Seda Küçük
  • 27 Ağu
  • 2 dakikada okunur
Sosyal medya… Başlangıçta bir iletişim aracı olarak hayatımıza girdi. Eski dostları bulmak, haberleşmek, fikir paylaşmak için bir köprüydü. Ancak zamanla bu köprü, bizi gerçek hayattan koparan dijital bir labirente dönüştü. Bugün birçok insan saatlerini ekran karşısında, başkalarının hayatlarına tanıklık ederek geçiriyor. Herkes mutlu görünüyor. Gülümseyen yüzler, filtrelenmiş anlar, mükemmel tatiller… Ama gerçekten öyle mi? Gerçek mutluluğun yerini gösterme çabası mı aldı?

ree

Araştırmalar; sosyal medyada sıklıkla kendini ve mutluluğunu sergileme eğiliminde olan kişilerin, özel hayatlarında daha fazla eksiklik hissettiklerini ortaya koyuyor. Beğenilme arzusu, onaylanma isteği ve takdir edilme çabası dijital çağın görünmeyen bağımlılığı hâline geldi. Öyle ki, takipçi sayısı artmadığında moral bozuluyor, paylaşımlar az beğeni alınca değersizlik hissi yaşanıyor. Sosyal medya, adı “sanal” olsa da birçok insanın psikolojik gerçeği hâline geldi.


ree

İletişim çağında olmamıza rağmen, yüz yüze iletişim yetimizi yavaş yavaş kaybettik. Dijital bir gerçekliğin içinde, samimi bir sohbetin yerini emojiler, göz göze bakmanın yerini ekranlar aldı. Kalabalıklar içinde yalnızlaşan bir toplum hâline geliyoruz.


Geçmişi hatırlatması gereken sosyal medya, çoğu zaman yük haline geliyor. Eski arkadaşları, eski ilişkileri “merakla” arayıp buluyor, ardından geçmişin duygusal yükünü yeniden sırtlanıyoruz.


Sosyal medya sadece hayatımızı değil, hafızamızı da karıştırıyor. Her yeni paylaşımda bir karşılaştırma, her yorumda bir beklenti…


Beğenmedin, paylaşmadın, yorum yapmadın diye ilişkiler zedeleniyor. Dijital jestler, gerçek ilişkilerin yerini alıyor. Dostluklar, akrabalık bağları, hatta evlilikler bile bu sanal zeminde yıpranabiliyor. Üstelik sosyal medyada paylaşılan “özlü sözler” artık insanlara rehberlik etmek yerine, dijital savaşların silahı hâline geldi.


Bir paylaşım, bir yorum ya da bir “story” ile insanlar birbirine karşı cephe alabiliyor. Nice dostluklar, bu dijital arenada sessizce son buluyor.


ree

Geldiğimiz noktada bir sosyal medya zehirlenmesi yaşadığımız çok açık. Ama panzehir de yine elimizde. Sosyal medyayı doğru ve bilinçli kullanmayı öğrenmek, bu platformları bizi besleyen birer araç hâline dönüştürebilir. Teknolojiden kaçmak değil, onunla sağlıklı bir ilişki kurmak gerekiyor. Bu noktada en büyük sorumluluk da biz yetişkinlere düşüyor. Çünkü sadece kendimizi değil, çocuklarımızı da bu dünyanın içine doğurduk. Onlara dijital okuryazarlık, duygusal farkındalık ve ekran disiplini kazandırmak zorundayız. Aksi takdirde, mutsuz, bağımlı ve kırılgan bir nesil yetiştiriyoruz. Sosyal medya gerçeği görmezden gelinemez. Ancak onu nasıl kullandığımız, hayatımızı nasıl şekillendireceğini belirler. Gerçek mutluluğun filtresiz yaşandığını unutmadan, dijital dünyayı daha sağlıklı bir yer hâline getirmek elimizde.


ree

Sosyal Medyaya Dair Veriler (2024)

  • Türkiye’de bireylerin yüzde 83’ü sosyal medya kullanıcısı.

  • Günlük ortalama sosyal medya kullanım süresi: 3 saat 11 dakika.

  • Gençlerin yüzde 62’si, sosyal medya etkileşimlerinden doğrudan ruh hâli etkilenmesi yaşadığını belirtiyor.

  • 18-24 yaş aralığındaki kullanıcıların yüzde 39’u, “beğeni” sayısı nedeniyle stres yaşadığını ifade ediyor.

  • Yüz yüze iletişim kurmakta zorlanan gençlerin oranı son 5 yılda yüzde 35 artış gösterdi.

Bodrum Dergi Web Sitesi © Yabancı Ses Prodüksiyon tarafından hazırlanmıştır.

bottom of page