top of page
  • Yazarın fotoğrafı: Seda Küçük
    Seda Küçük
  • 29 May 2024
  • 5 dakikada okunur
Bu sayıdaki konuklarımız; Bahçeşehir ve Kadir Has üniversitelerinde Öğretim Görevlisi olmasının yanı sıra kendi firmasında araştırma ve tasarım alanlarında da danışmanlık hizmeti veren Endüstri Mühendisi Ayşe Erol ve onun can dostları R2 ve D2... Bir kedi sahiplenme fikri hep aklında olan Ayşe Hanım, sosyal medyada gördüğü bir ilan üzerine harekete geçmiş. Hızlıca kedilerle ilgili birkaç kitap okumuş ve sonra kendini kedilerin bulunduğu o evde bulmuş. Tek bir kedi sahiplenmek için gittiği evden iki kediyle dönen Ayşe Hanım, ilk gecenin sabahında kedilere alerjisi olduğunu fark etmiş. İlk 6 ayı alerji hapları kullanarak geçirmiş ve sonunda kedi sevgisi baskın gelerek alerjiyi yenmiş. Şimdi hep birlikte mutlu mesut bir hayat yaşıyorlar.

Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
Sahiplenme hikâyeniz nedir?

2014 yılında Facebook’ta bir arkadaşımın arkadaşının paylaştığı kedi sahiplendirme ilanını gördüm. Daha önce hiç kedi bakmamıştım ama bir süredir aklımdaydı. İlk görüşte aşk diyebiliriz o gördüğüm minnoş kedi fotoğrafına. Hızlıca kedilerle ilgili birkaç kitap okumaya başladım. Sonra da o ilanda gördüğüm kediyi sahiplenmeye karar verdim. Hazırlık için en yakın arkadaşımdan kedi taşıma çantası, kum kabı ve birkaç eşya aldım. İlgili kişiyle temasa geçip kediyi almaya gittim. İki sokak kedisinin o evde doğmuş altı yavrusu vardı. Benim ilanda görüp almak için gittiğim güzel yüzlü, gri Batman maskeli kedi, erkekmiş... Kedi çantasını yere koydum. Bir de ne görelim... Batman maskeli kedinin meraklı erkek kardeşi girip içine oturmuş bile... Sonra bizim güzel yüzlü ile meraklı kardeşi evin içinde oynayıp koşturmaya başladı. Onlara ve o anki mutluluklarına bakarken aklıma kedilerle ilgili okuduğum kitapta yazan bir cümle geldi: “Eğer evde tek kedi olursa siz işteyken sıkılır ama iki kedi olursa birlikte eğlenirler.” Çok mantıklı geldi ve ikisini birden çantaya atıp evden çıktım. Böylece güzel yüzlümü hem kardeşinden ayırmamış hem de ona meraklı bir oyun arkadaşı bulmuş oldum.


Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
İlk karşılaşmanızda ne hissettiniz?

Çok heyecanlı bir süreçti benim için. İlk defa bir hayvan sahiplenecektim.


İsimlerini nasıl koydunuz, sizin için özel bir anlamı var mı?

İsimleri için bir süre düşündüm. 1-2 hafta “esas kedi” ve “diğeri” olarak bahsettim kendilerinden. Star Wars serisini çok sevdiğim için oradaki karakterlerden biri olan R2D2 robotunu düşündüm. Sanırım gri beyaz renklerinden ilham aldım. Kedilerden Batman maskeli olanın adını R2 ötekini de D2 koydum. Hem de “Reel 2” ve “Diğeri 2” olarak süreç içinde adlandırılmış oldular.


Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
Cinsleri nedir, bu cinslerin en belirgin özellikleri nelerdir?

Benimkilere ne deniyor emin değilim, ana da baba da sokak kedisi. R2 babaya D2 anneye benziyor bu arada. En belirgin özellikleri diye bir şey yok sanki. Gri lekeli beyaz düz kedi. Ama bana sorarsanız dünyanın en muhteşem kedileri onlar.


Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
Nasıl iletişim kuruyorsunuz, isteklerini size nasıl anlatıyorlar?

İsteklerini o kadar iyi anlatıyorlar ki şaşırırsınız... İkisinin de bambaşka karakterleri var. Bilmesem akraba olduklarına bile inanmazdım. R2 çok temkinli, sessiz ve çekingen bir kedi. Sadece bazen “makau” diye ince bir ses çıkarıyor ben hemen durumu anlayıp kendisiyle ilgileniyorum. Genelde yemek istiyor tabii. İnsan sevmiyor pek, o yüzden herkesi yaklaştırmıyor kendisine. Sadece kendisi istediğinde kucağıma gelir, genellikle kutusunda oturur, lazer ve top oynamayı çok sever. D2 ise bambaşka... O daha oyuncu, hareketli, sosyal ve meraklı. Ama asla lazerle oynamaz, hatta R2 lazer oynarken sinirlenir. O daha çok küçük oyuncakların, fındıkların ve zıplayan topların peşinden koşmayı sever. Ayrıca sürekli bir şeylere söylenir evde, memnuniyetsiz şekilde gezer canı sıkılınca. Yani “mızır” benim tabirimle. Acıkınca asla rahat bırakmaz, gece 3’te de olsa uyandırır beni. Uyarı ısırığı yapar, hafifçe ıslak burnunu tenime değdirip inceden dişlerini hissettirir. Bu, “Mama verecek misin yoksa ısırayım mı?” demektir. Pavlov’un bahsettiği koşullanma konusu bizde tam tersi şekilde oldu. Onlar beni eğitti diyebiliriz yani. Zil sesi (miyav) duyunca hemen fırlayıp kendileriyle ilgileniyorum.


Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
Neden bir evcil hayvan sahiplenmek istediniz?

İnsan sevmiyorum... Hayvanlarla daha iyi anlaşıyorum diyelim.


Karar vermeden önce evde bir hayvanla yaşamanın nasıl bir şey olduğuna dair bir fikriniz var mıydı?

Pek yoktu aslında. Hatta çekirdek ailemde kimsede benimki gibi bir hayvan sevgisi görmedim, genelde uzaktan severler. Annem de babam da hiç bakmadı. Anneannem ve babaannemde de yok. Hatta evde hayvan tercih etmezler diyebilirim. Küçüklüğümden beri pelüş hayvan oyuncakları hep çok severdim. Bebeklerle hiç oynamayıp hep oyuncak tavşanlar ve ayılarla oynardım. Benim genel olarak anaç mizaçlı bir karakterim var. Kedilere de annelik edebileceğimi düşünüyordum. Ayrıca onlarla yaşamanın bana da çok iyi geleceğini tahmin ediyordum ki tahminim doğru çıktı.


Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
Patili dostlarınızın aileye katılmasından sonra hayatınız nasıl değişti?

Kedilerin eve gelmesinin ertesi sabahı ağzım burnum akarak korkunç bir şekilde uyandım. Meğer kedilere alerjim varmış. 29 yaşındaydım ama bu derece kedi alerjim olduğunu daha yeni öğreniyordum. Hâliyle çok üzüldüm. Çünkü böyle yaşayamazdım ve onları geri götürmem gerekeceğini düşündüm. Karar vermeden önce birkaç gün beklemek istedim ve sonra doktora gittim, alerji hapı kullanmaya başladım. İlk üç hafta misafir odasında kaldılar. Sonra yavaş yavaş salona geçtiler. Bu süreçte yatak odası ve mutfak hep kapalıydı, oraya girmeleri yasaktı. Alerjimin hafiflemesiyle geceleri de yatakta birlikte uyur hâle geldik. Sonra alerjim tamamen geçti, sanırım bağışıklık kazandım. Ağustos’ta 10 yaşına basacaklar. Artık sarılıyorum, öpüyorum kokluyorum, mıncıklıyorum. Burnumun dibinde yatıyorlar, hiçbir problemim kalmadı. Mutlu mesut hep birlikte yaşıyoruz.


Bir yaşında kısırlaştırdık sonrasında biraz kilo aldılar. Tamam kabul ediyorum çok kilo aldılar. Son zamanlarda sürekli diyetteyiz ama kolay olmuyor kilo vermeleri. Ne ben ne de onlar ideal kilomuzu tutturabilmiş değiliz. Ailecek yemeği çok seviyoruz. İkisi de hayli büyük kediler oldu. Boyları da uzun, göbek dışında... Bacakları ve vücutları normalden daha büyük. Yani bilgisayarımdan daha büyükler, masaya zor sığıyoruz. Hayatımın dönüm noktalarında bana yoldaş oldular. Mesela doktora tezimi beraber yazdık diyebilirim. Masada beni hiç yalnız bırakmazlar, hep birlikte çalışırız. Zoom toplantılarında mutlaka bir görünürler. Pandemi döneminde özellikle evden çıkamazken beraber oluşumuz çok iyi gelmişti.


Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
Bir evcil hayvana sahip olmanın olumlu veya olumsuz yanları nelerdir?

Çok net olarak söyleyebilirim ki hayatımda verdiğim en iyi kararlardan biridir R2 ve D2’yi sahiplenmek. Bana ettikleri yoldaşlık, birlikte geçirdiğimiz anlardan duyduğum keyif anlatılabilir bir konu değil benim için. Çok çok güzel. Sosyal medyada gördüğünüz tüm o “Dışarı çıkamam çünkü evde kedim bekliyor.” cümleleri aslında gerçeğin ta kendisi. İlle olumsuz bir şey söylemek zorundaysam evdeki en sevdiğim kanepenin üstünü örtüyle kaplatmak zorunda kaldım diyebilirim. Çünkü o kumaşı, tırnaklarıyla çok hızlı bir şekilde rezil ediyorlar. Sandalyeleri kurtaramadım mesela, üç senede bir kaplatıyorum. Tabii bir de tüy meselesi var, evi sıklıkla süpürmeme rağmen tamamen tüysüz bir an asla olmuyor. Fakat bu beni rahatsız eden bir konu değil. Tüylerle yaşama bedeli söz konusu olduğunda, onların varlığından duyduğum mutluluk kat be kat fazla benim için. Ayrıca hastalandıklarında çok üzülüyorum ama çok şükür ciddi bir problemleri yok şu an. Onlarla geçirebildiğim her an için sonsuz müteşekkirim…


Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
Ayşe Erol ve Onun Can Dostları R2 ve D2
Evcil hayvan sahiplenmek isteyenlere mesajınız nedir?

Çok iyi düşünülmesi gereken bir konu. Gerçekten büyük bir sorumluluk. Hem maddi hem manevi olarak insana bir yükü var. İçinde bulunduğumuz enflasyon ortamında; mama, kum ve ilaç masrafları hiç de az değil. Hayatınızı onların istek, ihtiyaç ve konforuna göre düzenlemeniz gerekiyor. Seyahate gideceğiniz zaman onların ihtiyaçlarının karşılandığından emin olmalısınız. Eğer bunu yapamayacaksınız hiç yapmamak en iyisi… Uzun süre yalnız bıraktığınızda üzüldüklerini, özlediklerini ve mutsuz olduklarını size çok net anlatıyorlar. Eğer titiz biriyseniz, evinizin temizliği çok önemliyse unutmamalısınız ki tüm hayvanlar tüy döker. O şekilde yaşamak sizi rahatsız ediyorsa kesinlikle sahiplenmemelisiniz. Eğer kedi sahiplenme fikriniz varsa mutlaka sokaklara ve barınaklara bakın. Her yerde harika canlar var…”

  • Yazarın fotoğrafı: Seda Küçük
    Seda Küçük
  • 21 May 2024
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 23 May 2024

Dur durak bilmeyen yapay zekâ, kitap okuma alışkanlıklarını değiştirirken yayıncılık sektörünün dinamiklerini de yeniden belirliyor. Yayıncıların yüzde 65’i yapay zekânın endüstride yeni bir dönem başlatacağına inanıyor. Öyle ki e-kitap okurlarının sayısının pandemi öncesi döneme göre yüzde 37,5 artarak 2027’de 1,1 milyar kullanıcıya ulaşması bekleniyor.

ree

Teknoloji, birçok alanda olduğu gibi okuma alışkanlıklarını da değiştiriyor. Dünya genelindeki pek çok insan, artık basılı yerine elektronik kitapları tercih ederken yayıncılık faaliyetleri de üretken yapay zekâyla birlikte dönüşüyor. Online PR Servisi B2Press gerçekleştirdiği araştırmalardan hareketle, geçmişi 70 yıla yaklaşan yapay zekânın okuma pratikleri ve yayıncılık sektöründe kapı açtığı yenilikleri de paylaştı. Araştırmadaki en çarpıcı sonuç ise tüketici davranışlarını kökten değiştiren pandeminin de etkisiyle üç kişiden biri (%35) kitap okumayı hobi hâline getirdi ve bir okur yılda yaklaşık 33 kitap bitirebiliyor.


Statista’nın 56 ülkedeki 18-64 yaş grubunu baz alarak yaptığı araştırmayı inceleyen Online PR Servisi B2Press’in aktardığı verilere göre, dünyada en çok kitap okuyan kitleye sahip bölgelerin başında yüzde 48 ile Sırbistan, yüzde 47 ile Polonya ve Çek Cumhuriyeti bulunuyor. Onları, yüzde 45 ile İspanya ve yüzde 43 ile Portekiz takip ediyor. Türkiye listede altıncı sırada konumlanırken nüfusun yüzde 35’ini oluşturan bu yaş aralığındaki yaklaşık 30 milyon kişinin yüzde 43’ünün, kitap okuma alışkanlığına sahip olduğu kaydediliyor.


ree

E-Kitap Okurları 1 Milyarı Aşacak

Kitap okumanın fiziki bir hissi olsa da teknolojik cihazlar, okuma alışkanlıklarına da yön veriyor. Cep telefonu, tablet ve bilgisayarlarla birlikte kitaplara erişim giderek kolaylaşırken e-kitap havuzu da büyüyor ve çok seçenekli bir deneyim alanı oluşturuyor. Öyle ki e-kitap okurlarının sayısının pandemi öncesi döneme göre yüzde 37,5 artarak 2027’de 1,1 milyar kullanıcıya ulaşması bekleniyor.


Artık yüzlerce sayfalık kitaplar, taşınabilir cihazlardan kolaylıkla okunabilirken özellikle son yıllarda günlük yaşamımızdan iş yapış şekillerimize kadar pek çok dinamiği değiştiren yapay zekâ, bu alanda da etkisini göstermeye başlıyor. Metin kopyalama, özet çıkarma, sorular sorma, sesli yanıt verme gibi özellikler barındıran yapay zekâ uygulamaları, kullanıcıların kitap okuma pratiğini kişiselleştirilmesini sağlıyor. Yayıncılar da bu olanaklardan faydalanarak kitap endüstrisini hem okurlar hem de kendileri için iyileştiriyor. Örneğin, yayıncılar taslak metinlerde yapay zekâ teknolojisinin sunduğu otomatik metin değerlendirme özelliklerini uygularken geleneksel yayınlama sürelerini yüzde 50 azaltıyor.


ree

Yapay Zekâ, Yayıncılara 5,9 Milyar Dolar Gelir Kazandıracak

Yapay zekâ sistemleri metinler üzerinde pek çok işlevi gerçekleştirmeye yardımcı oluyor. Bunların ilk sıralarında yapay zekâ sistemlerinin metin taslaklarını verimli ve etkili bir şekilde inceleyebilmesi, değerlendirebilmesi yer alıyor. Okurların davranışları, tercihleri ve kitaplarla olan etkileşimleriyle ilgili verileri analiz ederek hangi kitapların ilgilerini çekebileceğine dair yüzde 80 oranındaki doğruluk payıyla bilinçli tahminler yapılmasının önünü açıyor. Bugün, yaklaşık her 5 yayıncıdan biri, editoryal içerik oluşturma süreçlerinde yapay zekâ teknolojisini benimsiyor.


Düzenleme, biçimlendirme ve dağıtım gibi görevlerin otomasyonunda kullanarak üretim maliyetlerini yüzde 10 ila 15 azaltıyor, müşteri memnuniyetini yüzde 67 oranında artırıyor. Sektörü önemli derecede etkileyen yapay zekânın, yayıncılara bu yılın sonuna kadar 5,9 milyar dolar gelir kazandıracağı tahmin ediliyor. Yayıncıların yüzde 65’i yapay zekânın kitap endüstrisinde dağıtım başta olmak üzere birçok konuda devrim yaratacağını düşünüyor.

  • Yazarın fotoğrafı: Seda Küçük
    Seda Küçük
  • 20 May 2024
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 20 May 2024

Dövize bağlı olarak artan kâğıt ve ham madde fiyatları, basılı eserlerin okunma oranlarının düşmesi, yazar arzının artmasıyla ortaya çıkan kitap yayımlama sürelerinin uzaması gibi sebepler, yayıncılık sektörünü zorlu bir sürece soktu. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan e-kitap bir kurtuluş reçetesi gibi görünse de sektördeki sancılar devam ediyor... Sektörün geldiği son noktayı Ceres Yayın Grubu Kurucu Ortağı Eshwari Ayşe Tuğba Dedeoğlu ile konuştuk. İşte yayıncılık sektöründeki son durum:

ree

“Böylesine bir konuya nasıl bir giriş yapmak gerekli ki?” sorusunun dalgalarıyla boğuşurken denizde tanıdık bir isimle karşılaştım: İbrahim Müteferrika. Bu toprakların yetiştirdiği en büyük pre-modern girişimcilerden biriyle iki lafın belini kırmak fazlasıyla keyifli olabilirdi fakat yüzüne doğru düzgün bakacak cesareti kendimde bulamayışım bir sıkıntının açık bir habercisiydi. Belki de o çok bilindik “Matbaanın ülkeye 270 yıl geç gelmesiyle çağın gerisinde kaldık!” düşüncesinin zihnimdeki yerini temsilen bir utangaçlıktır, bilemiyorum. Durum lafta böyle olsa da gerçekleri ne kadar biliyoruz?

ree
Eshwari Ayşe Tuğba Dedeoğlu | Ceres Yayın Grubu Kurucu Ortağı

Sanal Devrime Kasti Bir Körlük mü Yaşıyoruz?

Tozlanmış raflarımızın suçunu tamamen yüzyıllar öncesinde zamanında gerçekleşmeyen bir atılıma bağlayıp hâlâ etkilerini yaşadığımızı söyleyebilir miyiz, yoksa gözlerimizin önünde gerçekleşmekte olan sanal devrime kasti bir körlük mü yaşıyoruz? Matbaanın 1450’lerde Almanya’da bugünkü bildiğimiz hâliyle ortaya çıkışı ve resmî olarak ülkemize ancak 1720’lerde gelişi üzücü bir hikâye olsa da aradaki neredeyse 300 yıllık süre içerisinde Rum, Ermeni, Yahudi gibi Osmanlı’daki azınlıkların hayata geçirmeye çalıştığı matbaaları görmezden gelmek tarihe ihanet olur. Biz esasında hiçbir şeye geç kalmadık. Aynı yüzyıl içerisinde matbaaya da kavuştuk, kitaplar da bastık, ahaliye de dağıttık; biz oradaydık. Aynen teknolojik gelişme çağında bugün tüm devrimlerle beraber olduğumuz, hepsine tanık olduğumuz gibi. Önemli olan ise her zamanki gibi tutumlarımız ve davranışlarımızdı.


Klasik Yayıncılığa Alternatifler Eklendi

Dünyanın ücra bir köşesinde lastik bir top kendi kendine patladığında alt üst olabilecek kadar kırılgan olan ekonomimiz tabii ki tüm bu tutum ve davranışlarımızı şekillendiren başlıca etken. Ülkemizde yayıncılık sektörünün son yıllardaki en büyük yarasına bir bakmak gerekli: Artan maliyetler. Mürekkebinden kâğıdına, editöründen tasarımcısına kadar onlarca kalem maliyetin devamlı artışı karşısında çözüm arayan bir yığın emekçiyle karşı karşıyayız. Hepsi de birbirine soran gözlerle bakıyorlar. Tüm bu çözüm arayışı, yıllar içinde klasik yayıncılığın yanına yazar destekli yayıncılık ve doğrudan yayıncılık gibi çeşitli alternatifler ekledi. Bunu tamamen maliyetlerin artmasına bağlamak da hata olur; kitabını yayınlatmak isteyen kişi sayısı da her geçen gün inanılmaz bir hızla artış göstermeye devam ediyor. Dünyanın tamamında böyle olmasa da ülkece “yazar arzımız” oldukça artmış durumda.


ree

Çözüm arayan insanlar, kendilerine uygun çözümlerin sunulmadığını gördüklerini zaman dümeni ele alırlar. Doğrudan yayıncılık da esasında böyle bir doğuşa denk geldi. Çok büyük bir yayınevinin bilinen bir yazarı, 200. baskısını yapmış kitabının daha da fazla satabilmesi için yayınevini kapak değişikliği, genişletilmiş baskı gibi “yaratıcı” çözümler için darlarken, ilk eserine oldukça güvenen bir yazar adayı, aynı yayınevine gönderdiği dosyasına gelen ret cevabını okurken sektörün aşılmaz duvarlarına bir yumruk daha indirdi. Yazar adayının o anda aklında iki soru vardı: Kitabımı kendim bastıramaz mıyım? Benim için bu kitabı ücret dahilinde basacak yayınevleri var mıdır?


Yazar adayımız haksız mı? Kurumsal yayınevleri tarafından eseri beğenilse dahi baskı, günümüzde başvuru yoğunluğundan dolayı en az üç yıl sonrasına tarihleniyor. Düşük telifler ve uzun baskı süreçleri karşısında binlerce kişinin arasından sıyrılıp yazdıklarını yayınlatmak için kabul ettirmenin değerini neyle ölçelim? Paha biçilemese de bir pahası var: Üç koca yıl. Peki ya yayınevleri haksız mı? Her gün gelen binlerce eser, yönetimden gelen ticari kaygıyı canlı tutan ikazlar ve ülkenin her yerine sirayet eden liyakatsizliğin bir sonucu olarak yayın takvimine gökten düşüp geri kalanları öteleyen yazarımsılar… Haklı ya da haksızın olmadığı bu savaşı bir tepenin arkasından sessizce izleyen yazar destekli yayıncılık sektörü…


Hepimiz bir şeyler yazıyoruz. Daktilolardan klavyelere geçtiğimizde blog siteleri zamanın parlayan yıldızlarıydı. Devir değişti, şimdiyse yazdıklarımızla koca bir kitabı doldurmaya yetecek miktarda sosyal medya hesabımız var. Her zaman yazmaya devam edeceğiz. Hiç bitmeyecek olan bu istek, yayıncılık sektörünün önünde dağ gibi birikmeye başlayan bir düşünceler curcunası.


ree

Dijital Devrimin Ayak Sesleri

Dijital devrimin ayak seslerini her geçen gün artan bir şekilde duymaya başlasak da yayıncılık sektöründe ve okurlarda bu konuya dair hâlâ küçük bir sağırlık mevcut. Okurlar genel olarak “kitap kokusu” argümanına sığınsalar da dijital bir kütüphaneye sahip olmanın çekiciliğinde tereddüt hâlindeler. Bunun nedenini, günümüzde bir kitabın okunma süresinin, bir kafe masasındaki kahve fincanının yanına konan kitabın fotoğraflanması ve kahve içimi süresine kadar düşmesine bağlıyorum. Şekilciliği en yoğun şekilde damarlarımızda yaşıyoruz ve pek az kişi bunun farkında olsa da bu, elektronik kitap için de çok büyük bir tehdit.


ree
Eshwari Ayşe Tuğba Dedeoğlu | Ceres Yayın Grubu Kurucu Ortağı

Apple, ilk iPhone modelini satışa sunduğunda yıl 2007’ydi. Bundan beş ay sonra ise Amazon ilk kitap okuyucu modeli olan Kindle’ı okurla tanıştırdı. Teknolojik devrimde çok önemli yere sahip olan iki unsurun on yedi yılda geldiği nokta bize çok şey anlatıyor: Biri tam bir dev hâline dönüşüp her cepte bulunurken diğeri hâlâ görünme çabası içinde resmen dileniyor. İkame bir ürün ne kadar kullanışlıysa diğerinin tarihe gömülme şansı o kadar yüksektir. Bugün daktilo kullanan kaç kişi vardır?


Daktilodan şu an için yadigâr kalan tek şey “F” klavye olsa gerek. Kindle da kitapları raftan indirmek için ortaya çıktı fakat hâlâ aşılması gereken fazlaca engel var. Şahsen çok kullanışlı bulsam da aşması gereken ilk engel insanların heves ve kaygıları.


Esasında şimdiye kadar saydığım artan maliyetler, yazar arzı, çözüm arayışı gibi tüm sorunların cevabı belki de burada yatıyordur. Bugün tüketici davranışına baktığımızda, online satın alımların bir kitabevinden kitap satın almaya göre oldukça önde olduğunu görüyoruz. Bu bir adımdır. Yakın bir gelecekte yayınevlerine maliyet olarak büyük avantaj sağlayan e-kitapların giderek kendine daha fazla yer bulacağını öngörmek çok da zor değil. Belki de gün gelecek ve kitapları fiziksel olarak sadece yazara bir tane hediye etmek için basacağız.


Belki dijital kopyasına bir örnek olması ve isteyenlerin incelemesi için yüz tane de çeşitli kitabevlerine birer adet gönderilmek üzere üreteceğiz. Okurların büyük bir çoğunluğu kitabı telefonuna, kitap okuyucusuna indirmek için internetten satın alırken küçük bir kısmı da kitabı incelemek için bir kitabevine gidecek ve beğendiği takdirde kasadan dijital kopyasını cihazına indirmek üzere satın alacak. Belki bu dijital devrimle, düşecek olan kâğıt kullanımına bakarsak ekolojik ve sürdürülebilir bir devrimin de kapısını aralamış olacağız. Çok da uzak bir gelecek değil gibi. Neden olmasın?


Her Eser Biriciktir Özel İlgiyi Hak Eder

Ceres Yayınları olarak raflarımızda toz bırakmamanın yolunu her yazar ve yazar adayı için ayrı ve yenilikçi çözümler üretmekte bulduk. Her eser biriciktir; özel ilgiyi fazlasıyla hak eder. Biz de yıllardır aşina olduğumuz bu yolda birkaç toz tanesinin havamızı bulandırmasına izin vermektense daha rafa konamadan defetmeyi hayal ettik. Hayal etmenin başarmakla olan yakından ilgisine hepimiz aşinayız, değil mi? Profesyonel hayatın aşılmaz dedikleri bariyerleriyle zaman zaman karşılaşsak da duygularımızı kaybetmedikten ve insan kalabildikten sonra hiçbir sorunun aşılamaz olmadığını öğrendik. Yazmak işi, üretmek işi, hayallemek işi; hepsinde varız, var olacağız.


ree
"Bu yazıyı hazırlarken araştırmalarıyla bana destek olan sevgili editörümüz Berker Noyan’a teşekkür ediyorum."


Bodrum Dergi Web Sitesi © Yabancı Ses Prodüksiyon tarafından hazırlanmıştır.

bottom of page