top of page
  • Yazarın fotoğrafı: Dr. Öğr. Üyesi Turhan Şalva
    Dr. Öğr. Üyesi Turhan Şalva
  • 24 Haz
  • 3 dakikada okunur
Gün geçmiyor ki bir yerlerde nefes borusuna yemek kaçması, suda boğulma ya da vücudun çeşitli bölgelerinde kanama veya travmaya bağlı yaralanmalarla karşılaşılmasın. Bu tür olaylar; restoranlarda, trafikte, plajlarda, işyerlerinde, okullarda ya da toplu taşıma araçlarında meydana gelebiliyor. Acil durumlarda, sağlık kuruluşuna ulaşılana ya da sağlık ekipleri olay yerine gelene kadar yapılacak küçük müdahaleler, çoğu zaman hayat kurtarıcı olabilir. Bu nedenle, toplumda ilkyardım bilincinin gelişmesi ve ilkyardım eğitimi almış bireylerin sayısının mümkün olduğunca artırılması büyük önem taşır.

ree

Yasal Dayanak: İlkyardım Yönetmeliği

Ülkemizde Sağlık Bakanlığı tarafından 29.07.2015 tarih ve 29429 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İlkyardım Yönetmeliği bu alandaki temel yasal düzenlemedir. Bu yönetmelikte; ilkyardım eğitici eğitmeni, ilkyardım eğitmeni ve ilkyardımcı yetiştirilmesi ile bu eğitimleri düzenleyecek merkezlerin açılış, işleyiş ve denetimi ile ilgili usul ve esaslar belirlenmiştir.


ree

Türkiye’de ilkyardım eğitimleri ancak Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılmış ilkyardım eğitim merkezleri tarafından verilmektedir. Bu merkezlerden 16 saatlik Temel İlkyardım Eğitimi alan kişiler Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan teorik ve pratik sınavlarda başarılı olmak koşulu ile ilkyardımcı sertifikası almaya hak kazanır. Teorik ve pratik sınavların her birinden en az 85 puan alınması gerekmektedir. Başarı not düzeyinin oldukça yüksek olması ilkyardımın önemini göstermektedir. İlkyardımcı, acil durumlarda hastalara müdahale edebilmek için ciddi bir sorumluluk üstlenmektedir. Müdahale sınırlarını çok iyi bilmeli ve uygulamalıdır.


ree

Yönetmelikte İlkyardımcı Tanımı “İlkyardım tanımında belirtilen amaç doğrultusunda, hasta ve yaralıya tıbbi araç gereç aranmaksızın mevcut araç gereçlerle ilaçsız uygulamaları yapan, ilkyardım eğitimi alarak ilkyardımcı belgesi almış kişi” şeklindedir. İlkyardımcının görevi sağlık ekipleri gelene kadar hastayı stabil hâle getirmeye çalışmaktır. İlkyardımcı bir sağlık personeli değildir ve sağlık personelinin yapabileceği işlemleri yapamaz. Eğitim sırasında öğrendikleri bazı uygulamaları, hastayı stabil hâle getirmek amacıyla yerine getirebilirler; ancak herhangi bir tedavi uygulamaları mümkün değildir.


ree

İlkyardımcı neler yapabilir?

Öncelikle hem olay yerini hem de hasta veya yaralının durumunu değerlendirebilir. Gerekli durumlarda temel yaşam desteği uygulayabilir. Kanamaların durdurulması için turnike ya da baskı uygulamaları yapabilir. Komaya giren hastaya koma pozisyonu verebilir. Travmaya bağlı yaralanmalarda ilk müdahaleyi yapabilir. Yanık, donma ve sıcak çarpmalarında ilkyardımı yapabilir. Kan şekeri düşmesi, ateş vb. durumlarda ilk müdahaleyi yapabilir. Zehirlenmelerde, hayvan ısırmalarında, boğulmalarda, ‘göz, kulak ve buruna yabancı cisim kaçması’ durumlarında ilkyardımı yapabilir; hasta veya yaralı taşıma tekniklerini doğru bir şekilde uygulayabilir.


ree

Gönüllülükten Zorunluluğa

İlkyardım eğitimi önceleri gönüllülük esasına göre yapılmaya başlandı. Toplumda ilkyardımcı sayısının yeterli düzeye ulaşması için gönüllülük esası yeterli gelmeyince, yasal düzenlemelerle bu sayı artırılmaya çalışıldı. Toplu yaşam alanlarında yeterli sayıda ilkyardımcının bulunması, halk sağlığı açısından büyük önem taşır. Bu bağlamda, özellikle okullar ve işyerleri öncelikli olarak değerlendirilmelidir. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve buna bağlı mevzuatlarla birlikte iş yerlerinde çalışan kişilere yönelik işverenlere yükümlülük getirildi. Buna göre; az tehlikeli işyerlerinde 20, tehlikeli işyerlerinde 15 ve çok tehlikeli işyerlerinde 10 çalışana en az bir ilkyardımcı düşecek şekilde ilkyardımcı bulundurulması zorunlu hâle getirilmiştir. İşverenlerin bu yükümlülüklerini yerine getirmesiyle birlikte hem işyerlerinde hem de toplumda ilkyardım bilgisine ve yetkisine sahip kişilerin sayısı artmaya başladı. Medyada sıkça karşımıza çıkan ilkyardım başarı haberleri de bu artışı destekler nitelikte.Okullarda öğretmenler öğrencilerine, restaurantlarda garsonlar müşterilerine müdahale etmeye, trafik kazalarında ise ilkyardımcılar sorumluluk almaya başladılar.


ree

Bilinçli Müdahale Oranı Yükseldi

İşyerlerine getirilen bu yükümlülük sayesinde okullarımızda birçok öğretmen ilkyardımcı olurken fabrikalarda da çok sayıda çalışan ilkyardım belgesi almaya başladı. Yine de işyerlerinde yeterli sayıya ulaştığımız söylenemez. İşyerlerinde yeterli ilkyardımcı sayısına ulaştığımız zaman ülkemizde acil durumlarda destek olacak ilkyardımcılar sayesinde ölüm ve yaralanma oranlarında düşme görülecektir. Birçok hayat kurtulacak ya da erken müdahale sayesinde olay daha hafif atlatılacaktır.


ree

Vatandaşlık Görevi

Ülkemizde acil sağlık hizmetleri Sağlık Bakanlığı koordinatörlüğünde 112 Acil Sağlık Hizmetleri tarafından yürütülmektedir. Son yıllarda ülkemizde acil sağlık hizmetleri konusunda hem teknolojik araç gereç hem de personel açısından çok ileri gitmemize rağmen ilkyardım eğitimi ve ilkyardımcıların katkısı yadsınamaz. Acil durumlarda sağlık ekipleri gelene kadar bilinçli ve iyi eğitilmiş ilkyardımcıların sayısını artırmak yöneticilere düşen en önemli görevlerden biri olsa da birey olarak iyi bir ilkyardım eğitimi almak ve ilkyardımcı olmak da vatandaşlık görevimizdir.

2020’den beri faaliyet gösteren Dijital Denge Derneği’nde teknolojinin bilinçli ve dengeli kullanımı konusunda farkındalık yaratmak ve kalıcı çözümler üretmek amacıyla çalışmalar yürütülüyor. Derneğin kurucu ve yöneticisi Tuğba Şengül Lik, bu konuda farkındalık ve bilinç oluşturmayı hedefleyen içeriklerini sosyal medya platformlarında paylaşıyor. Lik, çocukların dijital dengeyi sağlamalarına yönelik içerikleriyle, özellikle ebeveynleri hedefliyor.


ree

Son zamanlarda Neflix’te izlenen Adolescence dizisi, ergenlik çağındaki çocukların dijital bağımlılıkları, dijital dil ve zorbalığa maruz kalma konularına dikkatleri çekti. Bu sayede dijital dünyanın sonuçları cinayete kadar giden olumsuz etkileri birden tekrar gündeme geldi.


Dijital Denge Derneği Kurucu ve Yöneticisi Tuğba Şengül Lik, özellikle çocuklarda dijital dengeyi korumak konusunda ailelere büyük sorumluluk düştüğünü vurguluyor. Ev içindeki görünmez yalnızlığın önüne geçmek için aile bağlarına gereken önemin verilmesini de hatırlatan Tuğba Şengül Lik, konuyla ilgili görüşlerini ve aile bağlarını kuvvetlendirmek için yapılması gerekenleri kaleme aldı. İşte yapılması gerekenler: “Dijital çağ, hayatımızın her alanını köklü bir şekilde dönüştürdü, bu dönüşümden aile yapıları da nasibini aldı. Bir zamanlar aynı sofrada toplanıp sohbet eden aile bireyleri, şimdi dünyanın dört bir yanına yayılmış durumda ve iletişim artık daha çok dijital platformlar üzerinden gerçekleşiyor. Bu yeni iletişim şekilleri bize bir yandan kolaylık sağlarken diğer yandan da ‘Aile bağlarımız dijital dünyada zayıflıyor mu’ sorusunu akıllara getiriyor. Ama endişeye gerek yok! Teknoloji; aileyi birbirinden koparmadan, doğru kullanıldığında yeni iletişim yolları sunabilir. Dijital çağın en büyük nimetlerinden biri, mesafelerin ortadan kalkması. Artık dünyanın bir ucundaki akrabalarınızla bile bir tıkla bağlantı kurabiliyorsunuz. Ancak bu kolaylık, yüz yüze etkileşimlerin azalmasına da yol açabiliyor. Eskiden akşam yemeğinde yapılan o güzel sohbetler, şimdi grup mesajlarına veya Zoom görüşmelerine taşınmış durumda. Teknoloji sayesinde fiziksel mesafeler ortadan kalksa da duygusal yakınlıkların zayıflama tehlikesi her zaman mevcut.


Bu durumda ne yapmalı?

Aile yapısının dönüşümü sadece fiziksel mesafelerle sınırlı kalmıyor, iletişim biçimleri de değişiyor. Anne-babalar çocuklarıyla WhatsApp’tan mesajlaşırken büyükanneler torunlarıyla Facetime üzerinden buluşuyor. Evet, bu yeni iletişim yolları kesinlikle pratik ama dijital iletişimin samimiyet ve derinlik eksikliği de yok değil. Haydi gelin bu durumu lehimize çevirelim: Aile WhatsApp gruplarında “günaydın” mesajı atmaktan fazlasını yapalım. Örneğin, haftalık bir “Aile Günü” belirleyip o günlerde herkesin bir araya gelmesini sağlayabilirsiniz.

Bu dijital dünyanın yeni gerçekliğine karşı güçlü bir hamle olabilir!


Teknoloji, her ne kadar yüz yüze iletişimi azaltsa da aile bağlarını güçlendirmek için de fısatlar sunuyor. Ortak bir aile WhatsApp grubu, hızlı haberleşmeyi sağladığı gibi herkesin gün içinde birbirinden haberdar olmasını kolaylaştırıyor. Bir de buna birlikte online oyunlar oynamak, sanal müze turları düzenlemek gibi aktiviteler eklendiğinde, teknoloji birden aile bireyleri arasındaki bağı güçlendiren bir araca dönüşebiliyor. Bu tür aktiviteler, özellikle kuşaklar arası bağı sağlamlaştırıp herkesin keyif alacağı eğlenceli anlar yaratabiliyor.


Dijital çağda aile bağlarını güçlü tutmanın en önemli yollarından biri de teknolojiyi dengeli ve bilinçli kullanmaktan geçiyor. Evet, WhatsApp mesajları harika, Facetime görüşmeleri süper ama bunlar gerçek buluşmaların yerini tutamaz. Mümkün olduğunca ailece bir araya gelmeyi, fiziksel buluşmalar organize etmeyi ihmal etmeyin. Hatta neden bir “teknolojisiz akşam yemeği” geleneği başlatmayasınız? Bu, herkesin dikkatini ekrandan çekip sadece birbirine odaklanmasını sağlayabilir.


Bu arada bir boomer yani teknolojinin içinde doğmayan biri olarak şunu söylemeden edemeyeceğim; saygı, sevgi, empati ve birlikte vakit geçirme üzerine kurulu olan geleneksel aile değerlerinin, günümüzde de hâlâ geçerliliğini korumasının son derece elzem olduğunu düşünüyorum. Modern dünyada maalesef bu değerler yavaş yavaş erozyona uğruyor. Çocuklar, büyükannelerinden masallar dinlemek yerine YouTube’da çizgi film izliyor. Aile büyüklerinin bilgece öğütleri, yerini internet aramalarına bıraktı. Google Amca her şeyi biliyor ne de olsa, değil mi? Ancak bu dijital alışkanlıklar, geleneksel değerlerin yerini aldıkça, aile bağlarının derinliğini de etkiliyor. Geleneksel değerlerin modern dünyada yeniden canlandırılması, ailelerin güçlü kalabilmesi için kritik öneme sahip.


ree

Bu iki dünya; geleneksel ve modern, bir arada nasıl var olabilir?

Aslında, bu iki dünya arasında bir denge kurmak mümkün. Aileler, dijital dünyanın sunduğu kolaylıkları ve imkânları reddetmeden, geleneksel değerleri yaşatmanın yollarını bulabilir. Mesela, akşam yemeği sırasında telefonları bir kenara bırakıp eski usul bir masa oyunu oynamak ya da birlikte film izleyip üzerine sohbet etmek harika bir başlangıç olabilir. Dijital dünya tamamen dışlanması gereken bir alan değil; ancak aile bağlarının güçlü kalabilmesi için bu dünyanın sınırlarını belirlemek şart. Bu dengeyi kurabilen aileler, hem modern dünyanın sunduğu imkânlardan faydalanabilir hem de geleneksel aile sıcaklığını koruyabilirler.



Tuğba Şengül Lik - Dijital Denge Derneği  Kurucu ve Yöneticisi
Tuğba Şengül Lik - Dijital Denge Derneği  Kurucu ve Yöneticisi

Kabul, modern dünyada ebeveyn olmak, geçmişe kıyasla daha zorlu bir görev hâline geldi. Dijital dünyada çocuklarını yetiştiren ebeveynler, hem geleneksel değerleri aşılamaya çalışırken hem de teknolojinin sunduğu olanakları dengelemeye çalışıyorlar. Bu dengeyi kurmak, ebeveynlerin sorumluluğunda. Çocuklarıyla sağlıklı iletişim kurmak, onlara değerleri öğretmek ve dijital dünyanın tehlikelerinden korumak, modern ebeveynlerin en büyük görevleri arasında yer alıyor. Ebeveynlerin bu sorumluluğu, aile bağlarının korunmasında kilit rol oynuyor. Yani; işin sırrı biraz daha sabır, biraz daha dikkat ve bolca sevgiyle yakından ilgilenmekte.



Sonuç olarak dijital çağda aile bağları büyük bir dönüşüm geçiriyor. Ancak bu dönüşüm, ailelerin tamamen değişmesi gerektiği anlamına gelmiyor. Geleneksel değerler, modern dünyada da varlığını sürdürebilir ve hatta bu değerler, dijital dünyanın getirdiği zorluklara karşı en büyük savunmamız olabilir. Aile bağlarının gücü, dijital dünyanın cazibesine kapılmadan, birlikte geçirilen zamanın ve paylaşılan anların değerini bilmekten geçiyor.”


Sosyal medya kullanımının artmasına paralel belirgin bir oranda artış gösteren estetik cerrahi talepleri, önemli bir araştırmaya konu oldu. Geçmişte yaş, sosyal statü ve cinsiyet ayrımları ile nispeten daha dar bir popülâsyonda görülen talepler, günümüzde tüm kriterlerden bağımsız, ihtiyaç ve gereklilik durumu gözetmeksizin birçok kimse tarafından tercih ve talep ediliyor. Süreçler, tek bir alanda değil çoğu zaman kombine ameliyatlar şeklinde de ilerleyebiliyor. Bu noktada ise araştırma sonuçları, estetik cerrahi hastaları için önemli bir kriter olacak sonucu ortaya koyuyor.

ree

Psikiyatri Uzmanı Dr. Merve Setenay Gürbüz ile Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Dr. Öğr. Üyesi Aslı Datlı’nın yaptığı araştırmaya; herhangi bir psikiyatrik hastalık öyküsü olmayan estetik cerrahi hastaları ve daha önce hiç estetik olmamış sağlıklı insanlardan oluşan kontrol grubu dahil edildi. Tüm katılımcılara Motor beceriden bağımsız görsel algı testi 3(MVPTC-3), Bedeni beğenme ölçeği (BAS), Beden kalitesinin yaşam kalitesine etkisi ölçeği (BIQLI) ve Yaşam doyumu (SWLS) ölçeği uygulandı.  Araştırmaya katılan estetik cerrahi hastalarında, daha önce hiç estetik olmamış hastalara göre anlamlı oranda görsel algı bozukluğu olduğu ortaya çıktı.


Araştırma sonuçları, “Bu bir zihin oyunu mu? Görsel ve psikolojik algılar, estetik cerrahi hastaları ve sağlıklı bireyler arasında farklılık gösteriyor mu?” başlığı ile dünyaca ünlü Aesthetic Plastic Surgery dergisinde yayınlanan çalışma, estetik ameliyatlar öncesinde psikolojik bir taramadan geçmenin önemine vurgu yapıyor.

ree

Çalışmaya göre; estetik cerrahi, kişinin kendini daha iyi hissetmesi için güçlü bir araç. Ancak güzellik algısı, sosyal medya, aile dinamikleri ve toplumsal standartlar tarafından şekillendirilen karmaşık bir süreç. Bu nedenle, ameliyat öncesinde hem fiziksel hem de psikolojik durumun dikkatlice değerlendirilmesi, hasta memnuniyetini artırmanın anahtarı olarak ortaya çıkıyor.



Kişinin Aynadaki Yansımasını Algılama Şekli Estetik Cerrahi Kararını Etkiliyor

Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Dr. Öğr. Üyesi Aslı Datlı ve Psikiyatri Uzmanı Dr. Merve Setenay Gürbüz’ün birlikte yürüttüğü çalışmada; “Kişinin aynadaki yansımasını algılama şekli yani görsel algı tanımı, estetik cerrahiyi tercih etme kararlarını etkiliyor ancak görsel algıda bozukluk olması durumunda doğru kararı verip tatmin edici sonuçlara ulaşmayı zorlaştırıyor” sonucuna ulaşıldı.



Dr. Merve Setenay Gürbüz | Psikiyatri Uzmanı
Dr. Merve Setenay Gürbüz | Psikiyatri Uzmanı

Estetik Cerrahinin Ardındaki Psikolojik Gerçekler

Estetik operasyon sayıları arttıkça farkında olmadan psikolojik durumun etkilendiğini belirten Psikiyatri Uzmanı Dr. Merve Setenay Gürbüz, araştırma sonuçlarına dair psikolojik etkenler konusunda şu bilgileri verdi: “Bu çalışmaya başlarken sorduğumuz soru, ‘Herkesin görsel algısı aynı mı?’, ‘Psikolojik etkenlerle algılarımız değiştiği için gereksiz müdahaleler talep ediyor olabilir miyiz?’, ‘Bu uygulamaların ne kadarı ihtiyaç, ne kadarı sadece talep?’ oldu.


Kişi, çoğu zaman hayatındaki memnuniyetsizliğin ve değiştirmek isteyip de değiştiremediklerinin bir yansıması olarak bu tarz operasyonları doktorundan talep edebiliyor ve sonuç bazen hayal kırıklıkları getirebiliyor. Bu nedenle hem hastayı korumak hem gereksiz operasyonların yaratacağı riskleri minimalize etmek adına bir tarama yapılabileceğini düşünebiliriz. Sonuçta bunlar masum operasyonlar değil ve hasta memnuniyetinin sağlanması ve kişinin objektife yakın bir perspektiften değerlendirilmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Çalışmada görsel algı ölçümü için birçok farklı literatür tarandı ve uygulaması pratik olan MVPT 3 isimli testi bulduk. Hiç psikiyatrik tanı almayan hastalarla çalıştık ve gerçekten bir kişi beden dismorfik bozukluk (bedenini patolojik düzeyde olduğundan farklı görenler) tanısı almasa da görsel algılarında bir sorundan ötürü mü birden fazla operasyon talep ediyor bunu bulmaya odaklandık.


Sonuç olarak hiç psikiyatrik tanı almamış, estetik cerrahi operasyon geçiren bireylerin gerçekten de görsel algılarında hiç estetik operasyon geçirmeyenlere göre sorunlar olduğunu tespit ettik. Belki de bu bizim için yineleyen operasyon talepleri olan hastalarda daha derin araştırılması gereken bir duruma işaret edebileceği konusunu ortaya koydu.”


Dr. Öğr. Üyesi Aslı Datlı | Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahı
Dr. Öğr. Üyesi Aslı Datlı | Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahı

Benzemek için Yapılmamalı

Çalışmayla ilgili bilgi veren Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahı Dr. Öğr. Üyesi Aslı Datlı şunları söyledi: “Estetik cerrahiye yönelik artan talebi eleştiriyor değiliz. Aksine, bu hasta popülasyonu içinde doğru hasta seçiminin önemini vurgulamak istiyoruz. Plastik cerrahi işlemlerinin, başkalarına benzemek ya da başkalarını tatmin etmek için değil; yaşla, doğumla veya emzirme gibi süreçlerle dinamiğini kaybetmiş yüz ve vücut alanlarını düzeltmek ya da doğuştan gelen bozuklukları düzeltmek amacıyla kullanıldığında hem fiziksel hem de psikolojik olarak son derece olumlu etkiler yaratabileceğini görüyoruz.Araştırmanın ortaya koyduğu tüm faktörler, estetik cerrahinin sadece fiziksel bir müdahale olmadığını, aynı zamanda psikolojik ve algısal bir süreç olduğunu gösteriyor. Bu nedenle, ameliyat öncesi görsel algı değerlendirmesi yapmak, hastaların beklentilerini daha iyi anlamak ve gereksiz müdahaleleri önlemek açısından büyük önem taşıyor.”

Bodrum Dergi Web Sitesi © Yabancı Ses Prodüksiyon tarafından hazırlanmıştır.

bottom of page