top of page
  • Yazarın fotoğrafı: Mustafa Küçük
    Mustafa Küçük
  • 9 Kas 2022
  • 1 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 11 Kas 2022

34 yıldır deniz ve yelken tutkunlarını Bodrum’da bir araya getiren ve bu yıl “Maviye Güç Katıyoruz” mottosu ile gerçekleştirilen American Hospital The Bodrum Cup yelken yarışları Athena’nın muhteşem konseriyle sona erdi.

ree

Her yıl denizcilik ve yelken tutkunlarını Bodrum’da bir araya getiren Akdeniz’in en büyük deniz festivali American Hospital The Bodrum Cup, 22 Ekim Cumartesi günü Ağanlar Tersanesi’nde Athena grubunu ağırladı.


ree

7 bin kişinin katıldığı Athena konserinden elde edilen gelirin tamamı Türk Eğitim Vakfı Prof. Dr. Galip İsen Eğitim Bursu Fonu, Bodrum Engelliler Sağlık Vakfı ve Bodrum Deniz Kurtarma Derneği’ne bağışlandı.


  • Yazarın fotoğrafı: Özge Zeki
    Özge Zeki
  • 6 Kas 2022
  • 4 dakikada okunur
26 yıldır aktif iş yaşamının içinde yer alan Fatma Özgün Apaydın, aromaterapinin pek çok alandaki faydasının yanı sıra iş yaşamında da etkili olduğunu kendi tecrübeleriyle keşfetmiş. Aromaterapi sayesinde elde ettiği mutlu iş yaşamının ipuçlarını ve reçetelerini bir kitap ile herkesle paylaştı.

ree

“26 yıldır aktif olarak iş yaşamının içindeyim. Bu sürede, dünya devi bir marka olan Microsoft’ta ve uluslararası işler yapan bir Türk şirketi olan Borusan’da çalıştım. Hâlihazırda ailemin de ortak olduğu, 256 yıllık Alman bir şirket olan Hubergroup’ta ve aynı zamanda kendi kurduğum işte aromaterapi üzerine çalışmaktayım. Tüm bu iş yerlerinde mutlulukla çalıştım ve çalışıyorum. Pek tabii her birinde mutsuz olduğum zamanlar ve çalışmalar oldu, zaten aksi düşünülemez. Ancak çalıştığım tüm iş yerlerini gözden geçirdiğimde, hepsini mutlu ve olumlu olarak hatırlıyorum.


Hatta mutluluğumun yıllar geçtikçe arttığını çok net olarak söyleyebilirim. Peki ne olmuştu da geçen yıllarla birlikte mutluluğum artmıştı? Yıllar geçtikçe artan mutluluğumu analiz ettiğimde, şu sebepleri görüyorum:


Yaşla birlikte olgunlaştığım için olaylara ve insanlara bakış açım daha hoşgörülü hâle geldi.

Bu durum pek çok insan için geçerlidir şüphesiz. Hayat bizi eğitirken yontar, şekillendirir ve kendimizin daha iyi bir versiyonu olmamız için bizi yönlendirir. Aynı ağaçlar gibi, yaşımız ilerledikçe daha bilge, daha dayanıklı, daha hoşgörülü ve daha huzurlu olmaya başlarız, en azından çabalarız. Ben de bu döngüden geçerek bugünlere ulaştım.


İkinci önemli sebebin, çalıştığım iş yerlerinin ve yaptığım tüm işlerin benim için birer anlam ifade etmesi olduğunu görüyorum.

Mesela Microsoft’ta çalışırken hem dünyanın en iyi şirketlerinden birinde olmanın verdiği hazzı yaşıyordum hem de Microsoft yazılımları sayesinde insanların potansiyellerini ortaya çıkarmalarına vesile oluyordum. Hubergroup’taki işimiz matbaa ve ambalaj mürekkepleri üzerine. Huber’in ürettiği mürekkepler sayesinde kitaplar basılabiliyor, ambalajlar daha kaliteli ve güzel hâle gelebiliyor, yani topluma değer katıyoruz. Kendi işim olan aromaterapi ise benim için yaptığım en anlamlı iş. Yani, insana ve yaşama fayda sağlayan, dokunan, hizmet eden işler beni mutlu ediyor. Bunun için müteşekkirim.


Üçüncü sebep ise, hayatıma girmesiyle çok önemli bir fark yaratan aromaterapinin, beni kendini daha mutlu hisseden bir insan hâline getirmesi.

Aromaterapi ile bir eğitimde tanıştım ve bu eğitim, hayatımdaki dönüm noktalarından biri oldu. Aromaterapiyi uygulayarak hem daha keyifli bir özel yaşama ve iş yaşamına sahip oldum, hem de aromaterapi sayesinde yeni bir iş kurdum ve kendi işimi yapmanın ayrıcalığına ulaştım. Aromaterapi dünyası çok zengin, derin, keyifli ve mutluluk veren bir dünya. Çünkü içinde kokular ve bitkilerin enerjileri var. Bu dünya bize gizemli sürprizler sunuyor ve küçücük bir şişeden çıkan kokular sayesinde duygularımız, algımız ve düşüncelerimiz değişebiliyor. Aromaterapi benim dünyamı zenginleştirdi ve geliştirdi, pek çok kişininkini de değiştirdiğine tanık oldum.


Bu rehberde amacım, aromaterapi sayesinde elde ettiğim mutlu iş yaşamının ipuçlarını sizlerle paylaşmak. Pek tabii mutluluğun tek bir tanımı olmadığı gibi, ona ulaşmanın da tek bir yolu yok. Ben size kendi yolumu ve kendi hikâyemi açıyorum. Dileğim, bu hikâyeden esinlenerek sizin kendi yolunuzu ve mutluluğunuzu bulmanız. Bu rehberde yer alan bilgilerle aromaterapiden faydalanmanızı, bu sayede iş yaşamında artan mutluluğa ulaşmanızı ve yaşam yolculuğunda sevginin ışığı ile ilerlemenizi diliyorum.”


İş yaşamında mutluluk nedir?

Mutluluğun tanımı kişiden kişiye göre farklılık gösterir. Doğumumuzla getirdiğimiz özelliklerimiz, yetiştiğimiz aile ortamı, tecrübelerimiz, yakın çevremizdeki insanlar ve olaylar, algımız ve daha pek çok şey mutluluğun kişisel tanımını değiştirir. Bu nedenle, ‘Mutlu bir İş Yaşamı’ edinmek için öncelikle, kendi mutluluk tanımımızı bulmamız gerekir. İş yaşamındaki mutluluğun benim için tanımı; huzurun, yeniliğin, öğrenmenin, fırsatların ve sevginin bulunduğu bir ortamda, kendi çabamı, cesaretimi ve yeteneklerimi ortaya koyarak başarıya ulaşmaktır. Tüm bu kavramların oluşması için içsel huzurun kilit rol oynadığını düşünüyorum. Kendi iç dünyamda huzurlu ve barış içinde hissedersem ancak o zaman merak ederim, ilgi gösterebilirim, öğrenebilirim ve çabamı ortaya koyabilirim. Aromaterapi bu noktada devreye girerek, iç huzurumu sağlama konusunda kokular yoluyla bana yardımcı oluyor. Mutluluğa ulaşmak için bizi rahatsız eden gündelik can sıkıcı konulara da çözüm bulmamız gerekir. Mesela başım, boynum ya da kaslarım ağrıyorsa, mutluluğa ulaşmam daha zor olacaktır. Aromaterapide kullanılan uçucu yağlar sayesinde, ağrımı geçici olarak hafifletebilir, işime daha kolay odaklanabilirim.


İş yaşamındaki mutluluğun önündeki en önemli engellerden biri stresi yönetememektir. Stres, iş yaşamının da özel yaşamımızın da doğal bir parçası. Ancak dozuna ve nasıl yönetildiğine bağlı olarak, bize başarı da hayal kırıklığı da yaşatabilir. Aromaterapinin devreye girdiği en güçlü alanlardan bir diğeri de stres yönetimi konusunda kokular yoluyla bize destek olmasıdır. Ayrıca çalışırken odaklanmam gerektiğinde, cesaretimi artırmak istediğimde, kendime verdiğim değeri hissetmek için ve daha pek çok konuda aromaterapiden faydalanıyorum.


Sizin için iş yaşamında mutluluk nedir?

İş yaşamındaki mutluluk ile ilgili yapılan yüzlerce çalışma var. Bu çalışmaların çoğu iş yerindeki mutluluğun şirketlerin başarısını, mali sonuçlarını ve çalışan memnuniyetini olumlu yönde etkilediğini gösteriyor. Benzer şekilde mutluluk, kişilerin de şirkette daha uzun süre çalışmalarını, kendilerini daha sağlıklı ve anlamlı hissetmelerini sağlıyor. Çünkü mutluluk pozitif düşünceyi, sağlığı, başarıyı beraberinde getiriyor ve stresi azaltabiliyor. Buradaki kilit konu, mutluluğun bir bütün olduğunu unutmamak. Yani kişinin işteki ve özel hayatındaki mutluluğu birbirini direkt etkiliyor. Birey işte mutluysa fakat hayatının diğer alanlarında memnun değilse, genel mutluluk veya refah düzeyi daha düşük oluyor. Aynı şekilde, kişinin sağlık veya özel sorunları varsa, insanlar duygusal varlıklar olduğu için, bu durum iş yerindeki üretkenliğine ve mutluluğuna etki ediyor. Aromaterapinin faydası da işte tam burada ortaya çıkıyor. Aromaterapi uygulamaları yalnızca iş yerinde değil, hayatımızın her alanında bize yardımcı oluyor. İş ve özel yaşamdaki dengeyi kurmak için bize rehberlik ediyor. Çalışanlar sadece çalışanlar değil, kişisel ve ailevi bağları olan insanlardır. Şirketlerin bu bağlantıyı iyi anlamaları, iş yeri mutluluğu için kritik önem taşıyor. Aromaterapi bize bu bağı kurmamız, anlamamız ve dengelememiz için yardımcı olmaya hazır. Siz yaşamınızda aromaterapiyi denemeye hazır mısınız?


Kullanma Rehberi

Bu eserimde, iş yaşamındaki mutluluğum için önemli olduğunu düşündüğüm konularda aromaterapiden çokça faydalandığım 19 temayı seçtim. Kitap/defter içinde bu temalar hakkında aromaterapiyi nasıl uygulayabileceğine dair pratik bilgiler ve formüller bulacaksın.

Aromaterapi kişiye özel bir uygulama yöntemi ve herkese hitap eden kokular farklılık gösterebilir.


Bu eserde amaç; sana en uygun, sana kendini en iyi hissettiren esansiyel yağı bulman için fırsat yaratmak. Bu da ancak deneyimleme ile mümkün olabilir. Defterdeki boş sayfalara, denediğin esansiyel yağların ve bu sayede kokuların ve bitkilerin sana neler hissettirdiklerini yazabilirsin. İleriki sayfalarda, aromaterapi ile ilgili temel bilgileri, uygulama ile ilgili ipuçlarını ve güvenli kullanım bilgilerini bulacaksın. Bu kısmı mutlaka okumanı öneriyorum, bu sayede doğru ve güvenli uygulamalar yapabilirsin.


Bu eser; hem bir kitap hem de bir defter olarak tasarlandı. Yazarı sadece ben değilim, defter kısmını yazacak olan sensin aynı zamanda... Boş sayfalara kendi iş ya da özel yaşamına ait her şeyi yazmakta özgürsün. Duyguların, işinden ve yaşamdan beklentilerin, mutluluk tanımın, mutlu olduğun ve bazen mutlu olmadığın günlerde yaşadıkların, bu günlerde aromaterapiden nasıl faydalandığın, bazen içinden çıkamadığın düşüncelerin, hayallerin ve kendin...


Çünkü mutlu bir yaşama ancak kendimizi anlayarak ve kendimize ulaşarak sahip olabiliriz... Keyifli bir deneyim dileğiyle...”



  • Yazarın fotoğrafı: Ali Tanrısever
    Ali Tanrısever
  • 5 Kas 2022
  • 5 dakikada okunur
arayıcı esnafıyım ben. adımın bir önemi yok. anlatacağım olay 1992 yılında izmir alsancak’ta geçti. evleneli on yıl olmuştu ve çocuğumuz altı yaşına gelmişti. 1,5 yıldır işsizdim ve doğduğum, büyüdüğüm topraklardan uzakta, tek bir akrabamın olmadığı bu şehirde bütün iş görüşmelerim olumsuz sonuçlanıyor, ‘gel bir deneyelim’ denilen işleri de ben beğenmiyordum. bir şey yapmalıydım. birinin yanında çalışmayı düşünmüyordum. eski işimi, memuriyet olduğu ve uzun yıllar masa başında çalışamayacağımı anladığım için bırakmıştım. kendi başıma bir iş yapmalıydım ama beş param yoktu bir iş kurabilmek için.

ree

bir gün havanın daha yeni kararmaya başladığı saatlerde eve dönerken çöpleri karıştıran genç bir adam gördüm. kendi boyunun iki katı büyüklüğünde bir çuvalı çekçek kafesin içine yerleştirmiş, çöpün içinden bulabildiği kâğıtları ve teneke kutuları ayrıştırıyor, bu çuvalın içine yerleştiriyordu. bir yandan da anlamadığım bir dilde türkü söylüyordu. işini ciddi bir şekilde yapmakla birlikte, yaparken eğleniyordu da.

işte dedim, bu benim işim. ben bu işi yapmalıydım. eve geldim. yemekten sonra ve tüm gece boyunca bu işi düşündüm. eşime açmaya cesaret edemedim. “çöpçü mü olacaksın” diyecekti, biliyordum ama kötü biçimde takmıştım bu işi kafama. işe başlama, bırakma saati yoktu. patronu yoktu. müdürü yoktu. iş arkadaşı yoktu. harika bir işti. lezzetli bir, bir başına buyrukluktu. her günün, bir diğeriyle aynı olmayan serüvenli bir yanı olacaktı. tam benlikti.

ertesi gün aynı saatlerde o genç adamın yolunu gözlüyordum. gidip konuşacaktım. bu işe nasıl başladığını, benim bu işi yapmam için nereden başlamam gerektiğini soracaktım, sordum da... bu bölgede çalışmak istiyorsam güney zümre’ye başvurmalıydım. oradan iznim olmadan bu işi yapamazdım. bana yardımcı olacaktı ama çok zordu. şartları ağırdı. altından kalkabilecek miydim? “kalkarım” dedim, denemek istediğimi söyledim. şanslıydım, yılda iki kez toplanan güney zümre önümüzdeki salı toplanacaktı. beni oraya kendisi götürecekti. salı gününü iple çektim. söylediği yerde buluştuk. onu, siyah takım elbise, beyaz gömlek, siyah kravat, pırıl pırıl mokasenleriyle görünce çok şaşırmıştım. öylesine şıktı ki bir şirkette üst düzey yönetici gibi duruyordu. “bir yerde oturup bir şeyler içelim rahatlarsın” dedi. daha çok heyecanlandım. rahatlayacak ne vardı anlamıyordum.

oldukça lüks bir kafe bara girdik. garsona iki viski söyledi. hayatımda dışarıda bir yerde ilk kez viski içecektim ve bunu bir çöp toplayıcı ile yapıyordum. kendimi çok eğreti hissediyordum. viski beni rahatlatmadı. çünkü az sonra, viski içmeyi gerektirecek derecede önemli bir olayın içine gireceğimi hissetmeye başlamıştım. hesabı ödedi, kalktık.

dışarı çıktığımızda yağmur çiseliyordu. iki sokak ötede bahçe içinde iki katlı ahşap bir köşkün yan kapısından içeri girdik. köşkün ana kapısı önünde sohbet eden aynı kendisi gibi şık giyimli adamlara uzaktan eliyle selam verdi. hizmetli kapısından içeri girer girmez sağ taraftaki küçük bir odaya soktu beni ve “burada bekle” dedi, çıktı. orada ne kadar beklediğimi hatırlamıyorum ama sanırım yarım saatten fazlaydı. sonra içeri iki kişi girdi ve “gözlerini bağlamamız gerekiyor” dedi. viski etkisini hissettirmeye başlamıştı, rahattım. sessizce itaat ettim. gözlerimi bağladılar ve koltuk altımdan bana destek olarak yürütmeye başladılar. sekiz on basamak merdiveni birlikte çıktık, bir süre yürüdük, bir iki basamak daha çıktık. sonunda bir kapıyı çaldılar, kapı açıldı ve içeri girdik. kalabalığın fısıltılar hâlindeki konuşmaları ve zemindeki ahşap rabıta üzerindeki ayak sesleri kesildi. kapının ağzında durduk. gözlerimi açtıklarında gördüğüm manzara şuydu: on metre kadar önümde yüksek bir koltukta tahtındaki bir padişah gibi başında kavuk, üzerinde kaftan bir adam oturmakta. tam padişah olacakken yarım kalmış, ama bu hayalden de vazgeçmemiş gibi bir hâli var. üzerinde kaftan kesin vardı da kavuğu hafızam mı ekliyor bilemiyorum. ama nedense bir kavuk imgesi kalmış belleğimde. iki yanında daha alçakta benzer kıyafetlerde iki adam daha oturmakta. onların başında kavuk yok. salonun sağında ve solunda ise ayakta durmakta olan yaklaşık 60 kadar erkek. hepsi bana bakıyor. bense tam karşımdaki tahtta oturan adama.

tok bir sesle “hoş geldin” dedi. sesi odanın içinde yankılanmıştı. sesimi çıkarmadan, başımı öne eğerek “hoş bulduk” dedim. sadece dudaklarımı kımıldatarak söylemiştim bunu. sağında duran adama dönerek, “bunun kefili sen misin” diye sordu. sağında duran adamın beni oraya getiren çöp toplayıcı genç olduğunu o an fark ettim. “benim” dedi çöp toplayıcı. “her şeyine kefil benim” diye tekrarladı. kendisine minnet duymakla birlikte çok aşağılandığımı hissettim. o kimdi de bana kefil oluyordu? beni tanımıyordu bile. beni sorgusuz sualsiz buraya nasıl getirdiğini, bana niçin güvendiğini bile anlamamıştım. tahtta oturan kavuklu bana, “dindar bir insan mısındır” diye sorunca, “değilimdir” dedim. “ama allah’a inanırım” demek ihtiyacını hissettim nedense. “allah’a inanmak önemlidir bizim için” dedi.

bundan sonra olanlar bayağı uzun ve konumuzun dışında. şimdilik bende saklı kalsın. ama uzun ve akıl karıştırıcı sınavdan başarıyla çıkmıştım.

sınavın sonunda kavuklu solundaki adama dönerek, “söyle bakalım yiğitbaşı, nedir durumumuz, var mıdır gedik” diye sordu. yiğitbaşı önündeki kağıtları karıştırdı ve “yok bir gedik” diye mırıldandı. bunun üzerine tahttaki kavuklu bana dönerek “ihtiyarlar meclisince 3 yıllığına seçildiğim bu koltukta 107 yıldır oturuyorum. bu süre zarfında gedik olmadan yeni birini aramıza almadım. gedik, tahmin edebileceğin gibi “eksik” demektir. arayıcı esnafın sayısı sabittir. bir arayıcı esnaf boşluğu doğmadan aramıza yeni bir arayıcı alamayız” dedi. sonra iki yanda ayakta duran kalabalığa doğru bakarak, “var mı ahir zamanında köşesinde, minderinde oturup tespihini çekmek isteyen” diye sordu. kalabalık hafiften bir kıpırdandı, yan gözlerle birbirini süzdü ve düşünceli bir sessizlik hâkim oldu salona. bunun üzerine sonradan unvanının şeyh subaşı olduğunu öğrendiğim kavuklu, “aralarından sence en yaşlısı hangisi ise onu göster bakalım, zira o ölünceye kadar gelirinin bir kısmını onunla paylaşacaksın, ölüme yakın olmasını istersin” dedi.

ben adama, “nasıl yani” gibilerden bakınca, “ömrünün sonuna kadar onu geçindirecek paran varsa şimdi verebilirsin ve o da işini sana bırakır, yoksa yanına git ve sağ elini omuzuna koy” diye buyurdu. büyülenmiş gibi iki yanımdaki kalabalığı uzun uzun süzdüm. içlerindeki en yaşlısı gibi gördüğüm altmış yaşlarındaki birinin yanına giderek omuzuna dokundum. şeyh subaşı, “bunca insanın içinde bula bula benim oğlumu buldun demek” diyerek ekledi; “175 yaşlarında olmalı, bayağı iyi bir seçim” derken hafifçe gülümsedi. ilk başlarda söylediği “107 yıldır bu koltukta oturuyorum” sözünü bir dil sürçmesi ya da bir mübalağa olarak görmüştüm ama şimdi oğlunun 175 yaşında olduğunu söylemek de neyin nesi oluyordu?

sonradan anlayacaktım ama bu konu da bana kalsın. sırrım iki oldu. anlatırım bir ara onu da size.


ree

şeyh subaşı sağında duran kefilime dönerek, “mührü yanında mı” diye sordu. kefilim sağ elime doğru bakarak “evet, mühür parmağında” dedi. şeyh bana dönerek, “ver bakalım şu mührü, bitirelim bu işi artık” dedi. parmağımda takılı, hiç çıkarmadığım, babamdan bana yadigâr, dedemin dedesine ait mühür yüzükten bahsettiklerini anladım. parmağımdan çıkardığım, üzerinde osmanlıca, “habib allah” yazan yüzüğü ileri doğru uzattım. şeyh, “gel yanıma bakalım” diye eliyle işaret etti ve ben sarsak adımlarla şeyhin önüne giderek durdum. ayağa kalktı. yüksekteki basamaktan yanıma inerek avucunu açtı. avucunun içine bıraktığım yüzüğüm, közden alınmış kor hâlindeki bir ateş parçasına döndü. sağ elimi tutup kolumu iç tarafını göreceği şekilde çevirdi ve mührü tam bilek içime bastırdı. mangal üzerine bırakılmış kuyruk yağı gibi bir koku geldi burnuma ve “habib allah” yazısı bileğimin iç kısmına nakşedildi. ahşap zemin canlı bir varlıkmış gibi ayağımın altında kımıldamaya başlamıştı. derimin kavrulduğunu görebiliyordum ama en ufak bir acı, yanma hissetmiyordum. kızıldan mora, mordan kül rengine dönen mührüm bir dövmeydi artık.


“aramıza hoş geldin arayıcı” dedi şeyh ve herkes iki elini göğsünün üzerinde çaprazlamasına birleştirerek öne doğru eğildi ve beni selamladı.

işte o gün bugündür arayıcı esnafı olarak bu mesleği icra ediyorum. aslında daha karmaşık ve uzun bir hikâyedir ama olan biten özetle tam da böyleydi. geçtiğim sınav başlı başına ayrı bir hikâyedir. yaş mevzuları da öyle..


başımdan geçen bu hikâye durup dururken aklıma gelmedi.

“nereden geldi” diye soracak olursanız onu da anlatayım..


arayıcı esnaflığı yapmakta olduğum otuz yıl boyunca bir çok kişi bana, “bu işi biz de yapmak isteriz, ne yapmamız gerekir” diye sorduysa da gerçekten yapabilecek niteliklere sahip tek bir kişi çıktı, onunla da dün akşam karşılıklı birer viski içtik ve köşkten içeri ilk adımını attı. kefili bendim ve dün akşam şeyh subaşının sağında oturuyordum. çaylak arayıcının üzerinde çapa bulunan gümüşten mühür yüzüğü vardı. dün akşam bileğinin iç kısmına dövme olarak nakşedildi.


bu hikâyeyi size anlatmam gerektiğini dün akşam düşündüm. bu sabah da anlattım işte...


demem o ki çöp konteynerlerinin içine kafasını sokmuş, cam, plastik, kağıt ve işe yarar nesneleri ayıran arayıcı esnafını öyle pek de küçümsemeyin. tabii gördüklerinizin hepsi tescilli arayıcı esnafı değil.


günümüzde bir çok arayıcı esnafı evinde otururken kendisine ait bölgede onlarca adam çalıştırmakta. bizim gibi bizzat işinin başında olan arayıcı esnafı giderek azalmakta.


“her düşsel öykünün gerçek olduğunu belirtmek moda oldu günümüzde, ama benimki gerçek” diyor borges, kum kitabında, benim ki de öyle...


Bodrum Dergi Web Sitesi © Yabancı Ses Prodüksiyon tarafından hazırlanmıştır.

bottom of page