top of page

Yazın ışıltısı Bodrum sokaklarından yavaş yavaş çekilirken yerini daha sakin, derin ve dingin bir güzelliğe bırakıyor. Güneşin altın tonları denizin üstünde dans ederken rüzgâr hafifliyor, kalabalıklar azalıyor… Bodrum sonbaharda bambaşka bir ruh giyiyor. Belki de bu mevsim, biraz yavaşlamak, kendimizi dinlemek ve doğayla yeniden uyumlanmak için en doğru zaman. Sonbahar, bir tür detoks aslında; hem bedensel hem ruhsal. Sağlıklı yaşamın en güzel yollarından biri olan yürümek; bu mevsimde Bodrum’un taş sokaklarında, mandalina bahçelerinin arasında daha da anlam kazanıyor.


ree

Bu sayımızda gündelik alışkanlıklarımızdan sağlığa, çevremizden dünyaya uzanan geniş bir yelpazede konularla karşınızdayız. Türkiye’nin Aidat Karnesi açıklandı: Muğla yine zirvede! Uzak diyarlarda ise güneşin, denizin ve Fado’nun ülkesi Portekiz bize huzurun melodisini fısıldıyor. Sağlık sayfalarımızda; astigmat tedavisinde lazerle açılan yeni bir dönem, yumurtalık kanserine karşı farkındalık çağrısı, menopoz konusundaki önyargılara yeni bir bakış ve hatta “Yapay zekâdan terapist olur mu?” sorusuyla geleceğe uzanan bir tartışma sizi bekliyor. Ekim ayında rüzgâr sert esti; Bodrum Cup heyecanı bu yıl da yelkenleri doldurdu.


Ve sonra takvimler 29 Ekim’i gösterdi… Cumhuriyetimizin 102. yılı. Her yıl bu topraklarda, aynı coşkuyla, aynı gururla kutluyoruz. Çünkü cumhuriyet; özgürlüğün, eşitliğin, bilimin ve umudun adı. Bu topraklara yön veren ışığın, geleceğe uzanan en güçlü mirasın simgesi. Bodrum’un sakin sonbahar rüzgârında bile o ışığın sıcaklığı hissediliyor; denizin mavisine, bayrakların kırmızısına karışıyor.


Bu sayıyı, doğaya, sağlığa, bilince, güzelliğe ve cumhuriyetin bize armağan ettiği özgür yaşama bir teşekkür notu olarak hazırladık.


Çayınızı, kahvenizi ya da bir fincan tarçınlı sütünüzü alın; sonbaharın kokusu, cumhuriyetin coşkusuyla birlikte sayfalarımızdan evinize dolsun.


Keyifle okuyun.

Bodrum yine ışıl ışıl, yine büyüleyici… Yaz burada sadece bir mevsim değil; bir ritüel. Her yıl yeniden başlanan, her defasında bambaşka yaşanan bir heyecan. Ama bu yaz, gökyüzündeki güneş kadar parlak değil sokaklar. Bodrum, günden güne büyüyen bir sevdanın yorgunluğunu taşıyor omuzlarında.  O güzelim taş döşemeler artık hafızalarda birer nostalji. Ağır tonajlı hafriyat kamyonları geçerken yollardaki sabır taşları da çatlıyor. Bodrum’un sokakları ne eski kaldırımlarına sahip çıkabiliyor ne de artan nüfusa uygun bir hizmet altyapısı sunabiliyor. Her yaz biraz daha kırılıyor kent. Her yaz biraz daha yoruluyor.

ree

Bu yıl gözle görülür biçimde azalan turist sayısı, sadece otellerin doluluk oranlarına değil, esnafın yüzündeki gülümsemeye de yansımış durumda. Oysa yıllarca, turisti “kalıcı bir dost” yerine “geçici bir fırsat” olarak gören bir anlayışın gölgesinde ilerledi Bodrum’un ticareti. Şişirilmiş hesaplar, güler yüzün yerini alan hoyratlık ve “nasıl olsa yine gelirler” rehaveti… Ama devir değişti. Artık insanlar kaliteye, samimiyete, şeffaflığa bakıyor.


Peki ya altyapı? Yollar hâlâ kazılı, hâlâ toz içinde. Vidanjör kokuları sabah kahvesine karışıyor. Patlayan ishale hatları “acil” değil, “rutin” oldu. En temel ihtiyacımız olan su, artık bir kriz başlığı. Bazı mahallelere günlerce su verilemiyor. Çözüm mü? Tankerle taşıma su.

Ama bu da başka bir eşitsizlik zinciri yaratıyor. Bugün Bodrum’da 1 metreküp (yani 1 ton) taşıma su, kalitesine göre 500 ila 1000 TL arasında. Ortalama 4 kişilik bir ailenin ayda 20 ton su kullandığını düşünürsek, sırf suya ödenen bedel 10 ila 20 bin TL gibi bir rakama ulaşıyor. Bodrum’da su artık bir yaşam hakkı değil; lüks tüketim maddesi. Yani anlayacağınız suyun adaleti, paranın gölgesinde çoktan boğuldu.


Tekneler, göğe süzülen zarif birer hayal gibi duruyor uzaktan. Ama denize salınan sintineyle birlikte o hayallerin altından kimyasal bir ölüm sızıyor. Deniz köpürüyor, doğa bağırıyor, biz sadece susuyoruz. Bodrum’un artık suyu çıkmış ama kimse bardaktaki son damlayla ilgilenmiyor. Çünkü burada artık ne suyun kıymeti var ne de sessizliğin… Ve biz, gürültülü bir suskunluğun tam ortasında yaşıyoruz.


Ve yangınlar… Her yaz yüreğimizi kavuran, ciğerimizi dağlayan, gökyüzünü kapkara dumanlara boğan o yangınlar… Yanan sadece ormanlarımız değil. Yanan, burada büyüyen bir çocuğun anıları… Bir karacanın yuvası, bir arının çiçeği, bir kuşun kanadı…Yanan, bu coğrafyanın geleceği. Doğa bir kere yanmaz. İlkinde ölür, sonrakilerde susar. Biz o sessizliği hâlâ duymuyorsak, sorun kulaklarımızda değil, vicdanlarımızdadır. Ve şimdi elimizde kalan: güzel ama yorgun bir kent. Büyüleyici ama kırgın bir doğa.


Cazibesini yitirmeye başlayan bir yaz ama biz hâlâ buradayız... Çünkü Bodrum sadece bir coğrafya değil. Bir hayal, bir sığınak, bir yaşam şekli. Ve biz, bu kenti sadece eleştirmek için değil; onarmak için yazıyoruz, anlatıyoruz, çabalıyoruz. Umut hâlâ burada. Bir serin meltemde, bir sokak kedisinin gözlerinde, sessiz bir koyda, sabahın ilk ışıklarında…

Ama o umudu kaybetmek, düşündüğümüzden çok daha kolay.


Sevgilerimle,

  • Yazarın fotoğrafı: Seda Küçük
    Seda Küçük
  • 20 May
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 21 May

Bahar Bodrum’a erken gelir... Toprak hafifçe uyanır, begonviller yavaştan göz kırpar, deniz ise hâlâ uykuludur… Ama güneş, her sabah biraz daha cesur doğar. Bu yıl da öyle oldu. Güneş, umutla yüreğimizi ısıtırken İstanbul’un derinlerinde sessizce biriken bir gerilimle karşı karşıyayız. Beklenen o büyük deprem… Her yeni gün, ona biraz daha yaklaştığımızı bilmek, içimizi burksa da göz ardı edemeyeceğimiz bir gerçek.

ree

Deprem; yalnızca yerin altındaki fayların değil, zihnimizdeki “bize bir şey olmaz” duvarlarının da kırılması demek. İstanbul gibi kadim bir şehrin sokaklarında yürürken geçmişin mirasıyla bugünün ihmalleri iç içe geçiyor. Her taşın altında bir hikâye, her binada bir hayat saklı… Ama ne yazık ki pek çoğumuz, depremin sadece birkaç saniyede bu hikâyeleri paramparça edebileceğini unutuyoruz. Oysa afetler unutmuyor. Hatırlamak, hazırlanmak ve önlem almak zorundayız.


Binalarımız ne kadar sağlam? Mahallelerimiz ne kadar bilinçli? Ailemizle bir afet anında nasıl buluşacağımızı konuştuk mu hiç? Belki de artık sadece “duvarların dışını” değil, içini de sağlamlaştırmamız gerekiyor. Çünkü gerçek hazırlık, bilgiyle, dayanışmayla, hatırlamakla başlar. Ve belki de en önemlisi, korkularla yüzleşerek…


Bu topraklar güzel olduğu kadar kırılgan da. Ve biz, ne kadar teknolojik çağda yaşasak da hâlâ doğaya karşı hazırlıklı olmayı tam anlamıyla başaramadık. Olası İstanbul depremi sadece bir jeoloji meselesi değil; şehir planlamasından toplumsal farkındalığa, eğitimden kent estetiğine kadar uzanan çok katmanlı bir konu. Bu sayımızda bu kırılganlığı hatırlatmak, unutmamak ve unutturmamak istedik. Çünkü bilmek, değişimin ilk adımıdır.


Ama elbette bu bahar sayısında sadece kaygılar değil, hayatın neşesi de var. Çünkü yaşam, her zaman dengede. Bir yanda Moskova sokaklarında esen bahar rüzgârı, diğer yanda dijital dünyanın aile bağlarını nasıl şekillendirdiğine dair düşündüren bir yazı… Braveheart’ın puslu İskoçya’sında kalbimize dokunan notalar, altın zincirlerde sofistike detayların zarif ihtişamı ve tatlı severleri mest edecek yeni trend: Bihter tatlısı…


Gelecek dediğimiz şey bazen bir tabakta, bazen bir ritimde, bazen de bir otomobilin sessizliğinde gizlidir. Elektrikli araçlarla birlikte fosil tüketiminin yüzde 40 azalması umut verici değil mi? Belki de bu dönüşüm sadece çevre için değil, hayatlarımızı sadeleştirmek için de bir fırsattır.


Bu sayımızda doğaya, geleceğe ve hayatın kendisine dair çok sesli bir senfoni bulacaksınız. Baharın yeni başlangıçlarını selamlarken İstanbul’a ve tüm sevdiklerimize içten bir duayla…

Bodrum Dergi Web Sitesi © Yabancı Ses Prodüksiyon tarafından hazırlanmıştır.

bottom of page