top of page
  • Yazarın fotoğrafı: BODRUMDergi
    BODRUMDergi
  • 1 Kas 2021
  • 1 dakikada okunur

Bodrum Belediyesi ve Cinemarine işbirliğiyle 3 Eylül - 6 Eylül tarihleri arasında “Köy Meydanı Türk Filmleri Günleri” çeşitli bölgelerde kurulan dev ekranlarla Bodrumlulara açık hava sinema keyfi sundu.


ree


İlk gösterimi 3 Eylül tarihinde Turgutreis Meydanı’nda “Para Babası” ve İslamhaneleri Meydanı’nda “Ailecek Şaşkınız” adlı filmlerle gerçekleşen organizasyona Bodrum halkının ilgisi büyüktü.



ree

Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras, “Sosyal belediyecilik anlayışı ile halkımızın hizmetinde olmayı sürdüreceğiz. Açık havada Türk Filmlerini halkımızla buluşturmamızda öncü olan Cinemarine yetkililerine ve Belediye çalışanlarımıza şükranlarımı sunuyorum” dedi.



ree







  • Yazarın fotoğrafı: Ali Tanrısever
    Ali Tanrısever
  • 1 Kas 2021
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 22 Şub 2022

bugün saat 16.00 da kızımın nikahı var... bodrum nikah dairesi’nde evleniyor kızım… uyuyamadım, fotoğraf makinemi aldım ve otel odamdan çıktım… akyarlar’ın o sakin, sessiz, insana huzur veren kıyısına indim. sabahın sessizliğinde kumla sabah sevişmesini yapan denizin yanından sessizce geçip teknelerin yan yana salındığı iskeleye geldim…

ree

iki teknenin arasındaki daracık boşlukta ağlara takılmış balık gibi çırpınan denize baktım. deniz de insanın kafasını karıştırabilecek bir bakışla bana baktı...


“bu alemin tüm sırlarını bilirim ben.” diyen bir bakışla… böyle bir bakışın karşısında kayıtsız kalamadım ve “kızım gidiyor” dedim denize. “gidiyor mu” dedi deniz. “ona gidiyor denmez hem; buradan bakışla gidiyor olan, gittiği yerden bakışla geliyor olabilir,” dedi deniz.


insanın kafasını karıştırabilen bir deniz… “bu alemin tüm sırlarını bilirim ben” diyen, ukala bir deniz. “seni gören de, ettiği laflara bakınca okyanuslar, deryalar zanneder. iki tekne arasından sızan günün ilk ışıklarının, bölük pörçük aydınlattığı bir karanlık koridorda, kıyıyı kemiren bir buçuk metre genişliğindeki bir su parçasısın alt tarafı,” dedim.


sonra da kendime “sabah sabah bu agresiflik de neyin nesi?..” diye sordum. ama cümlemi beğendim… iyi kurgulanmış, güzel bir cümleydi… öznesi, yüklemi, benzetmeleri yerli yerinde…


“ukalaya, ukalaca karşılık vereceksin,” dedim kendime…

bir güven geldi üzerime... “ben babayım!..” dedim. “o senin bildiğin iskele babalarından değil!..”

deniz sakince “iyi misin sen kardeşim?..” dedi bana.

ukala mukala ama anlayışlı bir denizdi… ukala sözüne, ukalaca cevap vermeme, tekrar ukalaca cevap vererek bu saçmalığı sürdürmedi. sürdürse, ben de sürdürebilirdim. istediğim zaman bir denizden daha ukala olabileceğime özgüvenim tamdı…


“bulunduğu yer dar ama, ufku geniş bu denizin,” dedim içimden… “aferin!” dedim tekrar kendime, “deniz-ufuk” iyiydi bu da…


“iyilik veya kötülük değil mesele,” dedim. “iyilik ve kötülük sen ararsan var olur,” dedi tok bir ses yan taraftan. o yöne dündüm ve “ya, sen ne diyorsun allah’ın kazı” dedim… evet, kaza dedim.

orada durup lafa giren kaza…

denize baktım “aldırma sen ona” der gibi göz kırptı deniz.

“ne aldıracağım allah’ın kazına” der gibi göz kırptım denize…

kendime daha yakın buldum birden denizi.


ve “iyilik veya kötülük değil mesele” dedim tekrar denize doğru bakarak, kazı hiç kâale almadan… “anlıyorum” dedi kaz...

anlamayan herkes gibi, anlıyorum demek ihtiyacı hisseden kaz…

“agresif ve sıkıntılı biri,” dedi denize bakarak benim hakkımda.

ama bu sefer biraz anlamıştı…

bu sefer kaz ben orada yokmuşum gibi denize hitap etti. beni kâale almayarak, “insanlar can sıkıcı olmayan şeylerden hemen bıkarlar. bıkmadıkları şeyler ise çoğunlukla can sıkıcıdır,” dedi. kaz dedi bunu…

denize dedi. beni kâale almayarak…

“murakami” dedim denize… kaza hiç bakmadan… “murakami’den bir cümle duymuş bir yerlerden, burada üfürüyor,” dedim.

ve devam ettim “farkındaysan söylediklerinin konumuz ile hiç alakası yok...” deniz “aldırma sen ona” bakışını tekrar yöneltti bana.

ben denizin bana yönelttiği bakışı aldım, kendi bakışımla birleştirip kaza yönelttim… denizin “aldırma sen ona” bakışıyla, benim “aldırmıyorum sana, ama” bakışım birleşince çok karizma bir bakış olduğunu hissettim... o karizma bakışla kaza , “sen ‘sahilde kazsın’ dedim… ‘kafka’ değil!..” kaz hiçbir şey demedi... kabul ettim ki bakışım etkili olmuştu. ve yine kabul ettim ki ağır konuşmuştum...


üzülmedim… “kaz, kazlığını bilecek arkadaş,” dedim kendime.


ve tekrar “iyilik veya kötülük değil mesele,” dedim denize… “mesele hayat” dedim. “anlam” dedim… “hayatın anlamı” demedim!.. “mesele eser,” dedim… “nedir bu hayatta benim eserim” demedim!..

sözüm, kelimesi olmayan cevaplar gibi havada asılı kaldı... bir an havada sallandı… sonra denize düştü… batmadı… suyun üzerinde bir iki çırpındı… can havliyle sözüm, gözlerimin önünde yüzmeyi öğreniyordu. benim ve kazın şaşkın bakışları arasında...

önce kaza, sonra denize baktım…

ne oldu o “bu alemin tüm sırlarını bilirim ben” bakışlarınıza dedim...

denize dedim… kaza sadece baktım…


buna rağmen kaz konuştu. “belki de bütün babalar farklı farklı, parça parça bir eser yarattıklarını düşünürler ve parçaların önemini kavrayamazlar. ama aslında yarattıkları büyük ve tek bir eserdir. ve bu eseri yaratmak bütün bir ömürlerini alır. eserleri; kızlarıdır...” dedi. kaz dedi bunu!..

deniz sustu… ben de sustum.


“iki fotoğraf çek ve buradan uza!” dedim kendime… önce kazın, sonra denizin fotoğrafını çektim.

bir şey söylemedim… deniz de bir şey söylemedi... ama denizin üzerinde henüz uyanmamış, sabah mahmurluğunda bir sürü nazar boncuğu gördüm. objektifin içinden... onlarca nazar boncuğu…

arkamı döndüm yürümeye başladım. yine konuşan kaz oldu, “bir de bazı babalar vardır ki daha bir kazla, bir ördeği bile birbirinden ayıramazlar!..”


utandım… ama dönüp “ördek mi?!” demedim… diyemedim… dönüp bakarak, o pis sırıtışını görmek istemedim…



ali tanrısever 25 temmuz 2015 | perşembe saat 06.00 | akyarlar - bodrum


  • Yazarın fotoğrafı: BODRUMDergi
    BODRUMDergi
  • 1 Kas 2021
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 22 Şub 2022

Edebiyat dünyasında bazı yazarlar vardır ki isimleri geçtiğinde hemen aklımıza onlarla özdeşleşen kentler gelir. Charles Dickens-Londra, Victor Hugo-Paris, Dostoyevski-Saint Petersburg, Franz Kafka-Prag, Gabriel Garcia Marquez-Aracata, James Joyce-Dublin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu-Ankara, Orhan Pamuk-İstanbul... Ve tabii ki Cevat Şakir Kabaağaçlı deyince de Bodrum...


ree


Osmanlı Padişahı Abdülhamit dönemindeki devlet adamlarından tarihçi Mehmet Şakir Paşa’nın oğlu olan Halikarnas Balıkçısı gerçek adı ile Cevat Şakir, 1890 yılında Girit’te doğdu. Çocukluğu babasının görevi nedeniyle Atina’da geçti. İlköğrenimini Büyükada Mahalle Mektebi’nde, ortaöğrenimi Robert Koleji’nde tamamladı. Oxford Üniversitesi’nde dört yıl Yakın Çağlar Tarihi okudu ve üniversiteyi de orada bitirdi. 1913’te evlendiği İtalyan eşiyle bir süre İtalya’da kaldı. Bu sırada resim dersleri aldı, İtalyanca ve Latince öğrendi.




İstanbul’a döndükten sonra Diken, Resimli Gazete, Resimli Ay, İnci gibi dergilerde yazılar yazdı. Kapak resimleri ve süslemeler yaptı, karikatürler çizdi. Çizgi romanlar yaptı. İlk öyküsü 1920’li yıllarda yayımlandı. Babası Mehmet Şakir Paşa, 1914’te Cevat Şakir’in tabancasından çıkan bir kurşunla Afyon’da öldü. Birçok yerde kaza ile olduğu söylense de tam sebebine ulaşılamadı. Bazı kaynaklara göre ise karısı Agnezi ile Mehmet Şakir Paşa’nın yasak aşk yaşadığıyla ilgili çıkan dedikodular yüzünden vurdu Cevat Şakir babasını. Bu kötü hadise üzerine Cevat Şakir, 14 yıl kürek cezasına çarptırıldı. Cezasının yedi yılını çektikten sonra yakalandığı verem hastalığından ötürü affedilip tahliye edildi.
ree

13 Nisan 1925 tarihinde Hüseyin Kenan takma adıyla kaleme aldığı “Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler” başlıklı yazısı nedeniyle İstanbul İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. O sıralarda memlekette isyan bulunmaktaydı ve Cevat Şakir’de askeri isyana teşvik etmekten suçlu bulundu. Mahkeme başkanı tarafından idama mahkûm edilmek istendiyse de kalebentlikle Bodrum’a sürüldü. 3 yıllık sürgünlüğün yarısını Bodrum’da diğer yarısını ise İstanbul’da tamamladı.

Cezası bittikten sonra çok sevdiği Bodrum’a geri döndü ve yaklaşık 25 yıl yaşadı. Cevat Şakir, sürgüne geldiği yere âşık olmuştu. İnsanları ve doğal güzellikleriyle burası, onun kalbinde taht kurmuş bir cennetti.


ree

Bodrum’un antik çağdaki adı olan Halikarnas’ı mahlas olarak kullanan Cevat Şakir, burada balıkçılık dahil çeşitli işlerde çalıştı. Eserlerinin büyük kısmını da Bodrum’da yazdı. Üç evlilik yapan ünlü yazarın bu evliliklerden beş çocuğu oldu. Çocukları öğretim çağına geldiğinde kasabada ortaokul olmadığı için ailesiyle birlikte İzmir’e taşındı.


ree

Yazdığı deniz hikâyeleriyle tanınan Cevat Şakir’e 1971’de Kültür Bakanlığınca Devlet Kültür Armağanı verildi. Yaşamını yazarlık ve turist rehberliği yaparak devam ettiren Cevat Şakir, 13 Ekim 1973’te İzmir’de vefat etti. Vasiyeti üzerine Bodrum’a gömüldü.



Cevat Şakir için bir sürgün yeri, bir muamma, bir karanlık olan Bodrum, bazı hayallerini gerçeğe dönüştürdüğü bir cennet oldu. Umutlarını nasıl yeşerttiğini, nasıl güzelleştirdiğini tek tek anlatıyor Mavi Sürgün kitabında. Bodrum’da her şeye yeniden başlamasını, bütün acılarını silişini, Halikarnas Balıkçısı’nın doğuşunu ve yeni bir Bodrum yaratma çalışmasını... Cevat Şakir, egzotik ülkelerden meyve fideleri ve tohumlar getirerek; Akdeniz florasında olmayan ağaçları burada yetiştirmeye başladı. Yazar, Bodrum’u güzelleştirme isteğini şöyle dile getiriyor satırlarda: “Bükleri, Knidosları, Datçaları, Gökovaları, daha daha uzakları, açık denizlerin açıklıklarını özlüyordum. Oraları zaten cennetti; ama içimden, oraları on kat daha cennet yapmazsam, adam değilim diyordum.”


ree

Mimozaları getirmesinin çok güzel bir de nedeni var. Prosper Mérimée’nin ‘Carmen’ novellasını Türkçe’ye çevirirken, esmer İspanyol kızlarının saçlarına küçük mimoza demetleri taktığını okur ve ‘Neden benim Bodrumlu esmer kızlarım da saçlarına mimoza demetleri takmasınlar’ diye düşünür. Sonrasında da Paris’ten mimoza tohumları getirtip onları Bodrum sokaklarına, bulabildiği her yere, rastgele eker. Bir süre sonra her yeri mimoza sarar. Bir gün, bir düğün alayında Bodrumlu kızların saçlarına mimozalar taktığını görünce de sevincinden havalara uçar.


Yaşamayı seçtiği Bodrum’da, bir doğasever olarak iz bırakmak isteyen Cevat Şakir, Bodrum Belediyesi’nin resmi bahçıvanı olarak da çalışmış ve hizmette bulunmuştu. Tüm parasını Paris ve Londra’dan ısmarladığı tohumlara harcayan Balıkçı, Belediyenin bahçesinde Okaliptüs, Mimoza, Palmiye, Grevilla ve Amberlerin yanı sıra, çeşit çeşit rengârenk güller ve tohumlarını Nice’den getirttiği karanfiller yetiştirdi. “Bir balıkçının avucuna tükürüp küreğe yapışması, bir rençberin toprağa diz çöküp de dünyada gıda olacak bir fasulye daha ekmesi, yaradılışça en geçerli duadır” diyen Halikarnas Balıkçı’sı yaptıkları ve ürettikleriyle çevre duyarlılığına o zaman da bile ışık tutmuş.


ree

Manevi oğlu Şadan Gökovalı, Cevat Şakir’in kendisine yaptığı vasiyeti bir röportajında şöyle anlatmıştı; “Yazacağım bunları ama belki yazamadan giderim. Sana şimdiden söylemiş olayım. Bodrum’a gömülmek istiyorum. Bittabi orayı çok sevdim. Hayli hizmetimde geçti. Belediye’ye de yazmak istiyorum ama sana söyleyeyim daha iyi. Mindos kapısı tarafında bir yere gömsünler beni, yanımda Hatice’ye de (son eşi) bir yer ayırsınlar. Sakın mermer, beton filan istemem ha... Bir taş bulun, uzunca bir taş, yazısız. Onu dikin mezarımın başına. Falanca oğlu filancaymış şu tarihte doğup şu tarihte ölmüşüm. Katiyen yazı istemiyorum, basit bir taş. Eh bizim tekne su almaya başladı. Şatafatı da sevmem, tepelere, deniz gören yerlere gömülmem şart değil. Nasıl olsa yattığım yerden denizi seyredemem, denizi ruhumda yaşatıyor gönül gözüyle her zaman görüyorum. Suat (oğlu) sık sık ziyaret edebilmeleri için İzmir’e gömmek istediklerini söylüyor. İstemem yahu. Bodrum’u severim bilirsin. Beni ziyaret için çocuklar ara sıra da olsa gezmiş, hava almış olurlar. Zaten ben saygı duruşu isteyecek değilim ya. Balıkçı’ya bir Merhaba yaraşır.”

Bodrum Dergi Web Sitesi © Yabancı Ses Prodüksiyon tarafından hazırlanmıştır.

bottom of page